13-09-2017
AÇIK VE NET TEBLİĞ
Elhamdülillah, biz Müslümanız! Müslüman, devletsiz olmaz ve olamaz. Çünkü İslâm’ın özünde devlet vardır. Bu hususu çesitli yerlerde, çeşitli vesilelerle söyledik ve yazdık. O hâlde biz, İslâmî bir hükümet kurmak için çok ciddî bir gayret göstermeliyiz. Ve aynı zamanda bununla görevliyiz. Bu yolda bizim yapacağımız ilk iş tebliğdir, tebliğattır. Bu yoldan başlamamız lazımdır.
Açık Tebliğ
Bazı Müslümanlar, “Harp bir hiledir!” şeklindeki Peygamber sözüne dayanarak, "Tebliğde de hile vardır" derler ve "Tebliği gizli ve hileli yollardan yapmak da caizdir. İşte, partiyi biz bu şekilde kullanıyoruz!" diye söylerler.
Bunlar savaş ile tebliği birbirine karıştırıyorlar. Hâlbuki bunlar başka başka şeylerdir. Savaşta aslolan gizli ve hileli davranmaktır, alınan tedbirleri sezdirmemektir. Çünkü düşman sezerse o da karşı tedbir alır ve zayiatın çok olmasına sebep olur. Efendimiz (s.a.v), savaş hazırlıklarını gizli yaparmış! Gideceği tarafı değil, başka tarafı gösterirmiş. Hendek Savaşı sırasında “Savaş bir hiledir!” diye buyurmuşlardır. Fakat, tebliğ bir hiledir dememişler.
Ve bu çok yerinde bir harekettir. Çünkü savaşta gaye, az zayiatla neticeye varmaktır. Tebliğde ise aslolan açıklıktır, açık açık anlatmaktır. Çünkü, tebliğde gaye, daha çok insana duyurmaktır, açık ve kesin olarak duyurmaktır. Hile ile tebliğ birleşmez; yanlış anlaşılır. Gizlilikde ise, ancak çok az kişiye duyurabilirsiniz.
Tebliğatı Kimler Yapacak?
Tebliğatı ulemâ yapacak, gençler yapacak ve her Müslüman yapacaktır. Her Müslüman, İslâm’dan kavrayıp öğrendiklerini halka anlatacaklardır, bilmeyenlere anlatacaklardır. İslâm’ın imân esaslarını, ibadet meselelerini, siyaset meselelerini, hukuk meselelerini her gittiğiniz yerde anlatacaksınız. Peygamberin, sahabenin ve râşid Halifelerin devirlerini anlatacaksınız. Yegâne güzel, yegâne adil nizâmın İslâm nizâmı olduğunu anlatacaksınız ve bu nizâmın, Allah Teâlâ’nın şaşmaz ilmine ve ezelî kudretine dayandığını, hatası ve noksanı olmadığını, günlük hayata tıpa tıp uyduğunu ve zaten onun için gelmiş bulunduğunu anlatacaksınız.
Ulemâ Anlatacaktır
Ulemâ peygamberlerin varisleridir. O hâlde Peygamber gibi çalışacaklardır. Hz. Musa, başlangıçta çobanlık yapıyordu. Firavun’a gönderildi. Ona tebliğatını tam bir cesaret ve metanetle yaptı. O azılı kâfirden hiç çekinmedi. Firavun’a karşı çıkma emri verildiğinde ordusu mu vardı? Desteği mi vardı? Ama Rabbi vardı; Rabbi’ne tevekkülü vardı. Elinde silah olarak sadece âsası vardı. Fakat bu âsa o kadar güçlü bir silah idi ki, koskoca Firavun’un hâkimiyetini altını üstüne getirdi. Acaba bu âsa ne idi?!.
Bu âsa bir imân sembolü idi, bu âsa sarsılmaz bir tevekkülü temsil ediyordu. Siz de şayet böyle bir imâna, böyle bir tevekküle sahip olursanız. Allah, o keskin silahı sizin de elinize verecektir. Ve siz de o silah ile nice küfür ve kâfir hâkimiyetleri yıkacaksınız ve nice Firavunların tahtını yerle bir edeceksiniz...
Âhir zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’in başlangıçta nesi vardı? Ellibeş yaşında bir hanımı ile 8-10 yaşlarında amcasının oğlu vardı. Bir de bir kölesi vardı. Bu üç kişiden başka yanında kimsecik yoktu. Ama o, “Ben kimim, benim kimsem yok ki!” demedi. Azim ve gayretle en yakınlarından başlayarak İslâm’ı tebliğ etti ve yılmadan yorulmadan anlattı. Ama bütün bunlara karşı ne yaptılar? Her türlü eza ve cefayı, her türlü hakaret ve işkenceyi reva gördüler. O yine vazifesine devam etti, “Of, aman!” demedi!..
Ey ulemâ! Ey Hoca Efendiler! Ey İmam’lar ve Vaizler!
Bir taraftan vaizlik vazifesini yapmak, bir taraftan da mesuliyyetten, Allah’ın lanetinden ve gazabından kurtulmak için, korkmayacaksınız; para-pul düşünmeyeceksiniz, makam ve şöhret peşinde olmayacaksınız. Tam bir cesaretle İslâm’ı, İslâm’ın devletini, İslâm’ın siyasetini anlatacaksınız. Korkakları değil, Hz. Musa’yı ve Hz. Muhammed (s.a.v)’i ve diğer peygamberleri ve mücahid dedelerinizi örnek alacaksınız, onlar gibi cesur olacaksınız, korkunun adını “tedbir” koyanlar gibi olmayacaksınız! Geceyi gündüze katıp çalışacaksınız. Hz. Musa’yı muvaffak kılan, Firavun’u ve hempalarını suda boğan Allah, sizleri de başarıya ulaştırmaya kâdirdir. Hz. Muhammed’i yalnız bırakmayıp sayıları binleri aşan sahabesiyle onu takviye eden Allah, sizlere de aynı şekilde tecelli edecektir. Etrafınızda mücahidlerin ve mücahid cemaatlerin kümelenmesini sizlere de nasib edecektir. Allahu Azîmüşşan; “Mü’minlere yardım etmek, artık bizim üzerimize hak oldu.” (Rum Sûresi, 47) diye buyurmuyor mu?!.
Hoca ve Siyaset
Sizleri bugüne kadar aldattılar; “Hoca siyasete karışmamalıdır, hocalar camilere siyaset sokmamalıdır...” dedi de dediler. Hocayı da camiyi de siyasetten, siyasî mevzulardan menettiler. Halbuki Hoca; İslâm’ın siyasetini anlatmazsa, kim anlatacaktır?!.
Hayır! Hoca aynı zamanda bir siyaset adamıdır, cami de aynı zamanda bir siyaset yeridir. Çünkü siyaset İslâm’ın bir bölümüdür, ayrılmaz bir parçasıdır.
Siyaset demek; “Devletin kuruluş şeklinden, icraatına dair yönetme ve idare etme tarzından ibarettir.” Bir başka ifade ile; “Siyaset; insan idare etme, insanı yönetme...” demektir. Siyaset, Arapça bir kelimedir ve “sâse” fiilinden gelir. “Seyis” kelimesi de bu kökten gelmektedir. Atı idare edene “seyis”, insanı idare edene de “siyasetçi” denir.
O hâlde, İslâm dini, insanı yönetmek, aile hayatında, cemiyet hayatında, devlet hayatında onun insanca yaşamasını sağlamak üzere geldiğine göre, bu din siyasetin tâ kendisidir. Dini siyasetten, siyaseti dinden ayırmak mümkün değildir ve düşünülemez. Zira namaz ve oruç gibi ibadetler, her yerde ve bilhassa camilerde anlatıldığı gibi, İslâm’ın devleti de siyaseti de camilerde anlatılmalıdır.
Hoca Efendiler şuna dikkat etmelidirler: “Biz, işte anlatıyoruz ve anlatmaktayız. Her konuşmamızda cemaatlerimize: Allah’ın yolundan, İslâm’ın yolundan ayrılmayınız. Sizi kurtaracak Kur’ân-ı Kerim’dir!..” gibi sözler söylüyor ve bu şekilde İslâm’ı anlatıyoruz. Evet; öyle söyledik, 50-60 senedir hep yuvarlak kelimeler kullandık. Zannettik ki, cemaat bizim dilimizin altındaki mânâyı, ne demek istediğimizi, İslâm’ın devletinden, İslâm’ın siyasetinden bahsettiğimizi anlıyor. Fakat baktık, gördük ki, hiç anlamamış; ne İslâm’ın devletini anlamışlar, ne de İslâm’ın siyasetini. Onun için zaman geçirmeden, gâyet açık açık İslâm’ın devletini anlatmamız, o husustaki tebliğatı yeteri kadar yapmamız, hem ısrarla yapmamız şarttır. Çünkü bu mevzu ihmal edilmiş ve unutturulmuş bir mevzudur.
Evet, muhterem Hoca Efendiler! Tebliğ görevinizi “sünnet-i seniyye”ye uygun bir şekilde yaptığınız takdirde düzenin birer memuru, birer paralı askeri olup küfür rejiminin dümen suyuna girmemiş, saray mollalarından olmamış olursunuz. Hatta böyle olan saray mollalarına da tebliğat yaparsınız, onları da ikaz ve irşad etme sizlere düşmektedir. Ama kabul ederler ama etmezler. Orası sizi ilgilendirmez!..
Gençler de Tebliğ Yapacak
Gençler! Sizler de tebliğ mevzuunda mühim hizmetler vermelisiniz. Sizler de olup bitenlerden sorumlusunuz. Allah’ın emanetini korumak için kendinizi hazırlayınız, emin ve güvenilir adamlardan olunuz. Dünyanın değeri gözünüzde alçalsın! Geçici ve boş dünya tuzaklarından yüz çeviriniz! Nefsinizi arıtınız! Allah’a yöneliniz! Takva sahibi olunuz! Ve nihâyet İslâm’ın askerlerinden olunuz ki, gereği gibi hizmet edebilesiniz. Salih gençler olunuz ki, herkes sizden fayda görsün! Öyle olunuz ve öyle davranınız ki, sizi görenler, sizi kendilerine örnek alsınlar! Allah’ın askerleri olunuz; İslâm’ı ve İslâm hükümetini anlatınız, önem ve ehemmiyetini anlatınız! Bugün İslâm gariptir. Ulemânın rehberliğinde, halka İslâm’ı bir bütün olarak anlatınız! İslâm devletinin mânâ ve önemini insanlara anlatınız! İslâm’ın neye geldiğini ve niçin geldiğini öğretiniz! İslâm tanınsın, İslâm devleti ve İslâm yönetimi kurulsun! Kurulsun da insanlık kurtulsun!..
TEBLİĞCİNİN EL KİTABI - CEMALEDDİN BİN REŞİD رحمة الله عليه
Heute | 1035 |
Insgesamt | 4694577 |
Am meisten | 42997 |
Durchschnitt | 1753 |