BASİRETLERİ KÖR EDEN TAASSUB

22-05-2018

BASİRETLERİ KÖR EDEN TAASSUB

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

Hidayet yollarını gösterip bizi İslam ile şereflendiren Alemlerin Rabbine hamd olsun. Rahmet olarak gönderilen ve hayatımız için örnek ve rehber olan Hz. Muhammed’e (s.a.v), pak ehl-i beytine, ashabına, etbaına, İslam için kanını feda eden aziz İslam şehidlerine ve kıyamete kadar izleri sıra yürüyenlere salat ve selam olsun….

“Taassup”, Arapça kökenli bir isim olup sözlükte “bağnazlık” anlamına gelmektedir.

Bir görüş ve düşünceye, bir kişi ve topluluğa körü körüne bağlanmak, taraf olmak, akraba ve kavminin fertlerine aşırı ölçüde sevgi gösterip yardımcı olmak ve onları kayırmak anlamlarına gelir.

Taassup, terim olarak: Din, ahlâk, adet, görüş ve düşünce gibi konularda haksızlık ve husumet derecesine varacak ölçüde bir saplantıya düşmek demektir.

Bir insanın içinde yaşadığı toplumun ortak değerlerine bağlı olması ve onları koruyup savunması, taassup değildir. Aksine, dinî, millî ve ahlakî değerleri koruyup yaşatmak için gösterilen kararlılık demektir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ…

 “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun”[1]

Taassup, sevgiyle kucaklama anlamına da gelmektedir. Buna göre, aklî ve naklî delillere dayanan hususlarda gösterilen duyarlılıklar, tutuculuk veya bağnazlık olmadığı gibi; doğrulukları, İslam âlimleri tarafından aklî ve naklî delillerle ispatlanmış olan dini meselelerin, herhangi bir şüphe ve tereddüt eseri göstermeden kararlı bir tavırla yerine getirmeleri de, asla bir aşırılık veya taassup sayılamaz.

Ancak, elinde hiç bir delili ve makul bir gerekçesi olmayan bir insanın, herhangi bir konuda, körü körüne inat göstermesi ise, tam bir taassuptur.

Bilgisizlik, ölçüsüzlük, muhakemesizlik, gibi olumsuz zeminlerde yeşeren ve sınır tanımayan nefsanî arzulara kapılmaktan kaynaklanan taassup, fert ve toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmesinin önünde duran büyük bir engeldir.

Taassubun Sebepleri

Güvenmek:

Sevilip sayılan bazı itibarlı kişilerin görüşlerini, bir muhakeme ve değerlendirmeye tabi tutmadan, onlara güvenerek olduğu gibi kabullenmektir. Aslında böyle bir güven anlayışı, İslâm’a aykırıdır. Çünkü İslam dini, aklî ve naklî delillere dayanır. Dolayısıyla, ileri sürülen görüşün delillerini ve gerçeğe uygunluk durumunu araştırıp bir sonuca varmadan, bir Müslümanın onu kabul, ya da red etmesi doğru olmaz. Şayet, güvendiği için kabul ederse, bu anlayış, onu, hataya veya taassuba düşmekten koruyamaz.

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولَئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْئُولًا

Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.[2] 

Bilgi Yetersizliği:

İslâm’ın temel meseleleri olan itikat, ibadet ve ahlakla ilgili esasları bilmeyen ve Hz. Peygamber’e tabi olmanın ne demek olduğunu henüz anlayıp kavrayacak bir durumda bulunmayan bir insan, eğer biliyormuş gibi davranır, kendi bildiklerini dinden sayar ve onları din diye savunmaya kalkışırsa, taassubun içine düşmüş olur.

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الأَلْبَابِ

“De ki:   ‘Hiç bilenlerle  bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar”[3] 

Ehlinden Sormamak:

Bir insanın, bilmediği bir konuyu, ehil olmayan kişilerden sorması ve onlardan aldığı cevaplara dayanarak, öğrendiklerinin doğruluğunu savunması, taassuba götüren bir yoldur.

فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

“Eğer bilmiyorsanız, ilim sahiplerine sorun”[4]

Kişinin Kendini Ölçü Alması:

Bir insanın, yalnız kendi yapısına ve huyuna uyan bir görüşü, bir mezhebi hak, diğerlerini de yanlış görmesi, kendini ölçü alması ve bencillik duygusuna kapılması, taassubun başka bir sebebidir.

قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ وَاللَّهُ  يَعْلَمُ مَا فِي السَّموَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْء عَلِيمٌ      

“(Ey Muhammed!) De ki: ‘Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir”[5]

Kolaycılık:

Eski dinlerden kalma bazı bilgi, adet ve gelenekleri hiç araştırmadan benimseyip onlara uymak ve bunları İslam’dan saymak, kolaycı bir yaklaşımın tipik bir örneğidir. Gerçekleri öğrenmekten korkan veya böyle bir zahmete katlanmaktan çekinen bazı insanların seçtiği, bir başka taassup yolu da budur. Çünkü bu tutum, geçmişin mirası ile yetinmek, doğruları araştırmaya yönelmemek, ilim ve anlayış açısından gelişmeyi durdurarak, dar kalıplar arasında sıkışıp kalan bir hayata razı olmak demektir.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنْزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْئًا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara (müşriklere): Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?[6]

Şahsi Görüş:

Dini sorunları çözüme kavuşturma konusunda, İslamî ölçülerin değil, şahsi görüşlerin esas alınıp savunulmasıdır. İslâm dini kıyamete kadar devam edecek hak bir din olduğundan, yeni sorunların çözümlerine, İslam alimlerinden uzman bir topluluğun yapacakları ortak akıl çalışmalarıyla çözümler bulmaları, en isabetli olanıdır.

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır”[7] 

İSLAM DİNİ AKLA HİTAP EDER

İslam dini, akla hitap eden ve aklın güzelce işletilmesini isteyen bir dindir. Yüce Rabbimiz, İslam dininin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir.

Kur’an; aklî ve naklî delilleri, aklın önüne koyarak, insanlara yol gösterir. İlim,  irfan sahiplerini ve akıllarını güzelce işletenleri över, yanlış inanış, görüş ve arzuların peşine düşenleri de yerer. İnkarcılığı ve cehaleti en büyük düşman sayar. Güçlü bir imana sahip olmayı, inançta hakka ve amelde hayra yönelmeyi ister. Aklın, ilim ve irfanla geliştirmenin gerekli olduğunu bildirir. Faydalı ilimlerin öğrenilmesini, güzel işlerin ve salih amellerin işlenmesini teşvik eder.

Heva ve Nefse Uymak:

وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّيكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ 

“İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti”[8]

أَرَأَيْتَ مَنِ ا تَّخَذَ إِلَهَهُ هَويهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلا  

“Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?”[9]

Rasulullah buyurdular ki:

إيَّاكُمْ وَالْهَوَى فَإِنَّ الْهَوَى يُصِمُّ ويُعْمِي

“Sakın heva ve hevesinize kapılmayın! Çünkü bu tutku, kulağı sağır, gözü de kör eder”[10]

Rasulullah buyurdular ki:

اَعْدَى عَدُوِّكَ نَفْسُكَ الَّتِي بَيْنَ جَنْبَيْكَ

“En azılı düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir”[11]

Aşırılık

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللهَ إِنَّ اللهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.[12]

İşte bu gerçeklere uymayan o şuursuz arzular, işiten, gören ve anlayan insanı, kendilerine tabi olanı bir esir gibi sürükleyip götürürler. Şımarmış olan bu arzılar, kendi sahiplerinin akıl, bilgi, sanat gibi değerlerini, bütün varlığıyla birlikte ele geçirir ve onu, sıradan bir alet gibi, kendi hesaplarına kullanırlar. Örnek olarak sevmek, hoşlanmak ve taraftar olmak, aslında güzel şeylerdir. Ancak bunlar, eğer ölçüsüz olurlarsa, adına “taassup” denilen, sevimsiz bir aşırılığa saparlar. Bunun bir sonucu olarak, sahiplerine “mutaassıp” damgasını vurdurur ve o insandan hiç beklenmeyen fena işleri, ona yaptırırlar.

Hatime:

Günümüzde, dinî konuda gayretli olmasına rağmen, dini bilgileri eksik olan bazı kimselere de mutaassıp ismi verilmektedir. Hâlbuki Müslüman mutaassıp değil, hoşgörü sahibidir. Müsamahakâr davranır.  Sabit fikirli değildir. Doğru ile yanlışı ayırt etme gücüne sahiptir. Hakkında yeterli bilgisi olmayan şeylerde körü körüne iddia sahibi değildir. Çünkü İslâm’ın yayılışında Peygamber (s.a.v.) Efendimiz insanlara İslâm’ı hoşgörü ile anlatmış, irşat görevi yaparken de müsamahalı davranmaya son derece özen göstermiştir. Onun için, Müslüman taassuba düşmemek için her konuda dikkatli olmak zorundadır.

Büyük velîlerden biri şöyle buyurmuşdur:

Akıllı ona derler ki, tam olarak anlayamadığı bir mes’ele ile karşılaştığında veya birbirini nakzeden fikirlerin tesiriyle kafası karıştığında, bu mes’ele ile ilgili bütün görüşleri toplar, dikkatlice inceler ve içinden doğru olanı çıkarır, diğerlerini bırakır. Akıllı insan, tonlarca toprağı elden geçirip eleyerek toprağın içinde gizli olan altın cevherini ayıklayan kişiye benzer.

Aklın varsa taassubu bırak. Bırak ki gözlerin açılsın. Gözlerin açılsın ki daha önce taassubun sebebiyle göremediğin hakîkat güneşini apaçık görebilesin!

Mehmet E.

BASİRETLERİ KÖR EDEN TAASSUB
Dipnotlar:

[1] Enfal, 8/24.

[2] İsra, 17/36.

[3] Zümer, 39/9.

[4] Enbiya, 21/7.

[5] Hucurat, 49/16.

[6] Bakara, 2/170.

[7] Al-i İmran, 3/104.

[8] En’am, 6/153.

[9] Furkan, 25/43.

[10] Süyûtî,  Camiu’s-Sağîr, No: 2928.

[11] Beyhakî, Zühd, 343.

[12] Maide, 5/8.


RISALE

ZÄHLER

Heute 6491
Insgesamt 4844421
Am meisten 42997
Durchschnitt 1790