CEMALEDDİN HOCAOĞLU KAPLAN‘IN HAL TERCEMESİ

12-09-2017

MERHUM EMIR'UL-MU'MİNİN VE HALİFET'UL-MUSLİMİN

CEMALEDDİN HOCAOĞLU KAPLAN‘IN HAL TERCEMESİ

 

Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan) kimdir?

 

Cemaleddin Hocaoğlu, Anadolu sakinlerinden olup, Reşid ve Hatice’den doğmadır.

Doğum tarihi ve doğum yeri:

Erzurum vilayetine bağlı İspir kazası Dangis köyünde (yeni ismi Gündoğdu) dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi miladî olarak 1926’dır. Rumî olarak ise 1342’dir. Hicrî tarih olarak da 1347’dir.

 

a) Tahsili:

Cemaleddin Hocaoğlu Kur’an-ı Kerim’in hıfzını (yani hafızlığını); Sarf, Nahiv, Mantık ve Belağat gibi Ulum-i Arabiyye’yi; Usul-i Fıkıh, Usul-i Tefsir, Usul-i Hadis ve Usul-i Akaid gibi usul ilimlerini; Fıkıh, Tefsir, Hadis ve Kelam gibi füru’ ilimlerini genelde babasından tahsil etmiştir.

Ayrıca Erzurum merkezindeki imamlığı sırasında, Erzurum müftüsü Merhum Sadık Efendi’nin okutmakta olduğu Molla Cami, Mantık, Muhtasar’ul-Meani ve Usul-i Fıkıh gibi derslerine katılmıştır.

 

b) İlk, Orta ve Lise tahsili:

Askerliğini yaptıktan sonra İlkokul, Ortaokul ve Lise tahsilini haricten vermek suretiyle, üç sene civarında Erzurum Lisesi’nden mezun olmuştur.

 

c) Üniversite tahsili:

Yaş 36 olmuştu. Mezkûr mektepleri bitirdikten sonra bir de üniversite tahsili yapmak üzere Ankara İlahiyat Fakültesi’ne kaydolmuş, 40 yaşına yaklaşınca bu fakülteden mezun olmuştur.

 

d) Resmî ve gayrî resmî olarak yaptığı vazifeleri:

İmamlık, Vaazlık, Müfettişlik, Diyanet İşleri Personel Dairesi Başkanı, Diyanet İşleri Reis Muavinliği, Adana Müftülüğü, Türkiye Din Görevlileri Federasyon Azalığı, Avrupa Milli Görüş Teşkilatları Fetva Komsiyonu Başkanlığı, Avrupa İslamî Cemiyet ve Cemaatler Birliği Umumî Reisliği, Anadolu Federe İslam Devleti Reisliği ve nihayet  Hilâfet  Devleti  Reisliği, yani "Emir’ül-Mü’minin ve Halifet’ül-Müslimin" vazifelerine getirilmiştir. Bunlardan bir kısmında vazife müddetleri kısa olmuş ise de bir kısmında uzun olmuştur. Mesela müfettişlik gibi bazı vazifeler altı ay gibi kısa süreli olmuş, imamlık vazifesi 11 sene, müftülük vazifesi 15 sene sürmüş, İslamî Cemaatler Birliği Emirliği 10 sene olmuştur. El-ân Hilâfet Makamı’nda bulunmaktadır. Kendisine sıhhat ve afiyetle uzun ömürler diler, daha nice nice feyizli ve bereketli hizmetler ifa etmesini Cenab-ı Hakk’tan dua ve niyaz ederiz!..

 

 

Tedrisat Hayatı:

 

a) Köy imamlığı sırasında:

Erzurum merkez köylerinden Kong (yeni ismi Altuntepe) köyünde yaptığı yedi senelik imamlık vazifesi sırasında yüzlerce talebeye Kur’an tâlimi, Tecvid dersi vermiş, Arapça tedrisatı yaptırmıştır.

 

b) Erzurum merkez imamlığı sırasında Tahtalı Camii Medresesi’nde muhtelif mahalle, cami ve medreselerden gelen talebelere Ulum-i Arabiyye ve Usul-i Fıkıh ve benzeri dersler okutmuştur. Ayrıca bu esnada Erzurum İmam-Hatip Okulu’nda Arapça, Tefsir ve Fıkıh dersleri vermiştir.

 

c) Ankara’daki vazifeleri esnasında:

Ankara merkez vaazlerinden, İmam ve Hatip'lerinden derse katılanlara hususiyle Usul-ı Fıkıh gibi dersler vermiştir...

 

d) Adana’daki müftülüğü sırasında:

Adana İmam-Hatip Okulları’nda Arapça ve benzeri ilimleri vermenin ötesinde, Adana ortaokul ve liselerinde din dersleri vermiştir.

 

Kur’an Kursları:

Hoca Efendi Adana’ya geldiğinde, Adana 57 mahalleden ibaret olmasına rağmen, Adana’da tek bir kız Kur’an Kursu yoktu; Hoca Efendi’nin gayreti sayesinde 15 sene içerisinde Adana merkezindeki Kur’an kurslarının sayısı 33’e yükselmiştir.

 

e) Yeni tedrisat usulü:

Hoca’mız; Anadolu’da yapılan Ulum-i Arabiyye ve Ulum-i Şer’iyye çalışmalarını gerek İmam-Hatip okullarında olsun, gerek Süleymanî’lerin ve Nursî’lerin idaresindeki kurslarda olsun ve gerekse diğer kurslarda olsun, ilim ve tedrisat yönünden yetersiz olduklarını gördüğü ve bildiği için dinî bir tedrisat sistemine gitmiş, yepyeni bir tedrisat usulüne yönelmiştir.

 

Şöyle ki:

Kur’an-ı Kerim kurslarında okuyan, ahlaken mazbut, zekâca hatırı sayılır, hocalarının takdir ve tezkiyelerini kazanmış talebeleri alarak Adana’da toplamış ve bunların bütün iaşe ve ibatelerini üzerine almış, yedi senelik bir program hazırlıyarak tedrisata başlamıştır. Bu müddet zarfında bu talebeler, hem 12 ilmi öğrenmiş olacaklar ve hem de İmam-Hatip okulu derslerini haricten bitirmek suretiyle mezkur okullardan da mezun olmuş olacaklardır.

 

Bu şekilde başlayan bu tedrisat, rağbet görmüş, zamanla sayıları 400’leri aşmıştır. Birinci mezuniyetini veren bu medrese, ikinci mezuniyeti vermeye hazırlanırken, devrin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın o zamanki Adana Sıkıyönetim Komutanı ile işbirliği yaparak Hoca’mızı elli beş yaşında iken mecburen emekliye sevketmiştir. Yerine gönderdikleri müftü, "Bunların beyinleri yıkanmış, bunlar şalvar giyiyor, sarık bağlıyor!.." gibi gerekçelerle, bu talebelere sahip çıkmamış, çil yavrusu gibi ortada bırakmıştır.

 

 

Avrupa’ya Götürme Teşebbüsü:

"Anadolu’da umumî bir sıkıyönetim mevcut olduğundan mezkur talebeleri Türkiye’nin neresine gönderse aynı akibet başlarına gelecektir!.." endişesine sahip olan Hoca’mız bu talebeleri Avrupa’ya götürmeye ve orada derslerini ikmal ettirmeye ve bu şekilde tedrisatın devamını sağlamaya karar vermiş ise de karşısına vize meselesi çıkmıştır. Vizesiz yola çıkan talebelerin bir kısmı yoldan çevrilmiş, bir kısmı da Avrupa’dan geri gönderilmiştir.

 

 

Medresenin Açılışı:

Hoca’mız aynı usul ve aynı uslupta Köln merkezinde bir medrese açmış ise de, bu medresenin başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.

 

Şöyle ki:

Bu medrese kısa zamanda rağbet görmüş, kız ve erkek talebelerin sayısı yüzleri aşmıştır. Fakat ne yazık ki, kemalist basının ve kemalistlerin baskısı neticesinde Avrupa basını da devreye girmiş, maalesef hoca geçinen bir takım kendini bilmezlerin, cübbe ve sarığıyla televizyon ekranlarından yalan beyanlar vererek ve hatta "Kaplan medresede silah eğitimi yapıyor!.." diyerek daha da işi körüklemiş, Avrupa basınının şu sözleri söylemesine sebebiyet vermiştir:

"Şayet medrese kapatılmazsa Almanya Hitler devrine gidecektir!.."

Keza İç İşleri Bakanlığı’nın şöyle bir beyanat vermesine de sebebiyet vermiştir:

"Kaplan, sadece Türkiye için değil; aynı zamanda bütün bir dünya için, dünya barışı için tehlikelidir! Onu biz adım adım takib etmekteyiz!.."

 

 

Medresenin basılması:

Ve nihayet bir gece sabaha doğru yüzlerce polisin medreseyi ablukaya alarak, medreseyi kapatmış, yüzlerce talebesini dağıtmış ve kapılarını da kilitlemiştir!..

 

 

Bantlarla çalışma ve yaygın talim ve terbiye:

Gerek Anadolu’da ve gerekse Avrupa’da resmî hatta gayrî resmî İslamî manada tâlim ve terbiyeyi yürütme mümkün olmadığından, Hoca’mız bantlarla ve yaygın eğitim şeklinde bir yola gitmeyi lüzumlu görmüş, ilim yönünden evler birer medrese, camiler ise birer üniversite formulünü getirmiş ise de bazı şahıs ve bazı bölgeler bunun önemini idrak edememişlerdir. Zaman zaman yapılan konuşmalar da ve neşriyat yoluyla yapılan tavsiye ve teşvikler de sınırlı kalmıştır. Fakat bu sene çalışmaya mutlaka hız verileceği ve istisnasız her aileye bu kabil tedrisat tatbik edileceği karar altına alınmış ve bu yolda birbirini takib eden üç toplantı yapılmıştır; Genç gelinlerin ve gelinlik kızların toplantısı, Bölge Gençlik Emirleri toplantısı ve nihayet Umumî Şura Toplantısı tertip edilmiştir. Hoca’mızın başkanlığında tertip edilen bu üç toplantıda da bilhassa şu mevzular ele alınmış; üzerlerinde fazlaca durulmuştur:

 

1- Şirki reddetme seferberliği,

2- Kur’an ilmini tahsil etme seferberliği,

3- Kur’an harfleriye yazı yazma seferberliği,

4- İslamî ilimleri tebliğ etme seferberliği.

 

Ve bu arada kontrol etme işini de genç hanımlarımıza ve bölge gençlik emirlerimize vermiş, Hoca’mız bu gençlerden ayrıca bir bey’at da almıştır. Zira ilme çalışma aynı zamanda bir cihad’dır! Cihad için de Efendimiz (s.a.v.) ayrı bir bey’at almıştır!

 

 

Tasavvuf ve tarikat babında da birliği sağlama:

Evet; İslam’ın özünde ve yapısında bulunan ve "Zühd ve Takva" şeklinde ifadesi bulunan ve zamanla "Tasavvuf" ve "Tarikat" isimlerini alan bu mevzuu; ehliyetsiz ellerin devreye girmesiyle bozulmuş; tarihin seyri içerisinde hurafe ve bid’atların ilavesiyle bu irfan müessesesi dejenere olmuş, cihad ruhunu kaybetmiş, din-devlet mevzuunda olduğu gibi, bu mevzuda da zikir cihadsız, cihad zikirsiz kalmıştır. Her sabahtan kalkan; eline bir tesbih almış, sırtına bir cübbe giymiş, genelde bir de sakal bırakmış ve şeyhliğini ilan etmiştir. Etrafına müridler toplamış, küfür ve kâfir anayasalarına oy vermelerine, sandık başlarına gidip, partileri desteklemelerine işaret etmiş veyahut en azından ona göz yummuştur. Çok azı müstesna, şeyhlerin müridlerine sözleri şu olmuştur: "Sizin devletle ve siyasetle ne işiniz var?!. Çekin tesbihinizi, oturun aşağı! Şayet sizler zikrinize devam ederseniz, Allah ne yapar? Başınızdaki yaramazları munkarız eder de size İslam’ın devletini verir!.." demişler ve bu suretle onlardaki cihad ruhunu öldürmüşler, tekkeleri de birer tenbel yatağı haline getirmişlerdir. Bunlar, suya sabuna dokunmazlar. Dolayısıyla siyasîler kendilerinden memnun, kendileri de siyasîlerden memnundur. Onlara göre ortalık sanki gül ve gülistanlıkdır!..

 

 

Üç müessese:

Medrese, tekke ve kışla! Formül bu!..

İnsanımızın yetişmesi ve adam olması için birbirini takib eden bu üç tezgahtan geçmesi lazımdır. Medresede Şeriat’ı öğrenecek, tekkede tasavvuf ve tarikatı; zühd ve takvayı yaşayacak, kışlada ise askerî eğitim ve öğretimi yapacaktır!..

İşte mezhep ve meşrepleri ne olursa olsun, İslam’ın müslümanlardan istediği bu! Dağınıklığı gidermenin, birliği sağlamanın yolu bu!.. Ama heyhat!

Ve işte biz Rabb’imizin lütuf ve inayetiyle, Edille-i Şer’iyye’ye dayanan bu yolda da yürümeğe ve insanımızı yürütmeğe çalışmaktayız!.. Ve bu babda da bir de risale hazırlamaktayız.

 

 

Vakıf kurma çalışmaları:

Avrupa’da ümmetin parasıyla satın alınan birçok cami vardır. Bu camiler, ehliyetsiz ellere geçip çar-çur edilmesin; particilerin ve kemalistlerin eline geçip Mescid-i Dırar haline gelmesin; Minber ve kürsüsünde Şeriat nizamı, İslam’ın devleti ve İslam’ın siyaseti bir bütün olarak serbestçe ve korkusuzca anlatılsın! Ve ilelebed kıyamete kadar hakikî müslümanların nezdinde ve nezaretinde kalsın; cemiyetçilik oyunlarına ve parmak usüllerine kurban gitmesin.

 

Elhasıl:

Allah’ın evi olan bu binalar ve bu camiler, Alah’ın Şeriat’ının birer merkezi olarak devam edip gitsin diye bunların vakfa bağlanması gerektiğini Hoca’mız düşünmüştü!..

Esasen Vakıf İslamî bir müessesedir; Peygamber’in sünnet-i seniyye’sidir. Mal varlığını korumada en sağlam bir yoldur. İşte Hoca’mız, bu noktada da üzerine düşeni yapmış, mülkiyeti satın alınan cami ve mülkleri vakfa bağlamış, kendisi başta olmak üzere sağlam kişileri mütevelli heyetine geçirmiştir.

 

 

Asker Olma:

Hoca’mız; hepimizin de erkek-kadın, genç-ihtiyar birer asker olduğunu üç toplantıda da dile getirmiş; bu yönden de evlerimiz birer karargâh, camilerimiz de birer kışla olduğunu tekrar etmiştir. Ve bu arada Hoca’mız bölge gençlik emirlerine bir de hazırlık çalışması programı göndermiştir.

Şöyle ki:

a) Önce ailelerin mevcudiyeti ve adresleri tesbit edilecek;

b) Video ve televizyonları olup olmadığı tesbit edilecek,

c) Ders videoları olup olmadıkları öğrenilecek,

d) Çalışmada yardımcı olunacak ve bu arada ayda bir sefer aile fertleri camiye çağrılıp, erkekler bölge gençlik emirleri, hanımlar ve kızlar da hanım hocalar tarafından kontrol edilecektir. Ve bu suretle yaygın teallüm ve terbiye, Cenab-ı Hakk’ın da lütuf ve inayetiyle yerine oturmuş, muvaffakiyete doğru gidecek, yarının yetiştiricisi olan bu çekirdek hareket, tarihin en güzel hizmetini vermiş olacaktır.

 

 

Hoca’mızın eserleri:

a) Hoca’mızın birçok yazlı ve sözlü eserleri vardır. Bunların bir kısmı yazıya geçmiş, kitap ve broşür halinde tesbit edilmiştir. Hatta bir kısmı da Arapça’ya, Almanca’ya, İngilizce’ye, Boşnakca’ya, Arnavutça’ya, Rusça’ya ve benzeri dillere tercüme edilmiştir ve edilmektedir. Bir kısmı da tercüme edilecektir. Telif edilmiş, tercümesi yapılmış olan veya tercemeye hazır bulunan eserlerin listesi aşağıdadır:

 

1- İman,

2- İslam,

3- Peygamberimiz’in Hayatı,

4- Anayasa,

5- İslam’da Kadın ve Özel Halleri,

6- İslam’ın Temel Hükümleri,

7- İslam’da Resim ve Heykel Hakkındaki Hükümler,

8- İslam’da İşçi ve İşveren Münasebetleri,

9- İslam’da Sakal ve Kılık-Kıyafet,

10- İslamî Cemiyet ve Cemaatler Birliği’nin Kuruluşu ve,

11- Tebliğcinin El Kitabı,

12- Tebliğ ve Metod,

13- Mesajlar,

14- Tebliğ Mahiyetinde Açık Mektuplar,

15- M. Kemal’in Babası Kimdir?

16- Beyyineler (Beyyine 1, Beyyine 2, Beyyine 3, Beyyine 4 ve Beyyine 5 -Hakimiyyet-),

17- Hakkı Sahibine İade,

18- Almanca İslam Anayasası,

19- İslam’dan Taviz Vermenin Hükmü,

20- Mezhepler,

21- Şura,

22- Tasavvuf ve Ucuz Kahramanlar,

23- İslam Akaidi,

24- İmkânlar ve Hamleler,

25- Fetvalar.

 

b) Video ve bantların sayısı çoktur. Bunlar, bilhassa 1. Beyyine ile 2. Beyyine’nin sonuna eklenmiştir.

 

c) Vaaz ve konferansları:

Hoca’mız; Ege bölgesi müstesna Anadolu’nun hemen hemen her tarafını gezmiş veya davet edilmiş, her gittiği yerde vaaz şeklinde olsun, konferans şeklinde olsun konuşmalar yapmıştır.

 

Ezcümle:

Asker dönüşü ki, 1948’e rastlar, babasının imam olduğu Haşçevenk köyünde genelde Beyzavi Tefsiri’ni esas almış ve bu suretle Fatiha’dan Tefsir dersine başlamış; imam-vaaz olduğu köy ve şehirlerde de kürsüde olmak üzere tefsir dersini sürdürmüştür. Mesela: Erzurum merkezinde imamlığını yaptığı Tahtalı Camii’nin dışında Taş Camii’nde, Karaköse Camii’nde, Gümrük Camii’nde, Cennetzâde gibi mutena camilerde; Ankara’nın Hacı Bayram, Zincirli, İbadullah, Cebeci, Maltepe gibi camilerinde; Adana’ya tayini çıktıktan sonra da bir çok il ve ilçelerde vaaz ve konferanslar vermiştir. Hususiyle Adana’nın merkezî camilerinden biri olan Yağ Camii’nde tefsir dersine devam etmiştir. Avrupa’ya geldikten sonra da yine tefsir dersine devam etmiş ve nihayet Almanya’nın Köln şehrinin en büyük camisi olan Ulu Cami’de Hilâfet’in ihya ve ilan edildiği miladî 1994 tarihine tekabül eden 1414 Ramazan-ı Şerif’in Kadir Gecesi’nde tefsir dersini bitirmiş ve duası da o gece yapılmıştır.

 

 

Bereketlerin toplandığı bir gece:

Hoca’mız bu hususu şöyle ifade etmişti:

1- Mekânın bereketi: Köln Ulu Cami; Allah’ın evi;

2- Ayın bereketi: Ramazan ayı;

3- Gecenin bereketi: Kadir Gecesi;

4- Cemaatın bereketi: Avrupa’nın her tarafından gelen ve Ulu Cami’yi labe lap dolduran kalabalık bir cemaat;

5- Hatim duasının bereketi: Takriben elli sene süren Allah kelamı Kur’an-ı Kerim’in tefsir dersini bitirmenin hatim duası;

6- İşte bu beş berekete bir bereket daha katan bir başka bereket:

Yetmiş senedir Selanikli Kemal’in kaldırdığı, elinin kolunun bağlanıp dibe köşeye atıldığı, hor görülüp sözünün bile yasak edildiği bir sünnet-i seniyye’nin ihyası ve ilanının getirdiği bir bereket: Hilâfet’in ihya ve ilanı!..

 

Dua ve Şükür:

Mezkûr beş bereketi bizlere nasib etmenin yanında Hilâfet ve Halife’yi bütün bir dünyaya ihya ve ilan etmemizi bizlere nasib etmiştir. Bu yönden de Rabb’imize ne kadar şükretsek yine de azdır!..

Rabb’imizden dua ve niyazımız odur ki, bu müessesenin kıyamete kadar devam ve bekâsını halk etmesidir!

 

 

Mal varlığı:

Hoca’mız; yaptığı vaazlerinden, bastırdığı kitaplarından, doldurduğu bantlarından tek kuruş almamıştır. Babasından kalma veya kendisinin temin ettiği mal varlığına kemalist rejim el koymuş ve satmıştır. Binaenaleyh Hoca’mız şu anda ne başka liderler gibi evlere, malikânelere ve ne de villalara sahibtir. Ya nedir? Dünya varlığından bir süpürge çöpüne bile sahip değildir.

 

 

Federe Devleti:

Hoca’mızın asıl hedeflerinden biri de İslam âleminde vahdeti sağlamak; "Hilâfet Devleti’ne gidip tek devlet" olmaktır. Bu noktaya varmanın daha başka şekil ve yolları var ise de Hoca’mız, "İslam Federe Devleti" olma şeklini seçmiştir (ki, bu babda "Hakkı Sahibine İade" risalesinde mâlumat vardır...) ve bu uğurda şirki reddeden, Tevhid’e "Evet!" diyen devletlere ve kuruluşlara mektuplar yazmış, meseleyi onlara izah etmiştir. Cevab vermedikleri takdirde kendi imkânlarımıza ve salahiyyetimize istinaden "Hilâfet Devleti"ni ihya ve ilan edeceğini de yazdığı mektuplarda beyan etmişti!.. Cevap alamayınca yukarıda da beyan edildiği vechiyle "Hilâfet Devleti"ni ilan etmiştir.

 

"Siz üçüncü Halife’siniz!.." diye hususiyle Misak dergisinde çıkan yazılarda da Hoca’mızın kendilerine yazılı cevabı şu olmuştur: "Siz, bunlardan birincisine bey’at ettiniz mi? İsim ve adreslerini bize de bildirin, biz de birinciye bey’at edelim!.." Fakat bugüne kadar cavab vermemişlerdir. Yine de vakti geçmemiştir; kesin bilgileri varsa, başta Misak ve Hilâfet dergileri olmak üzere bütün dünya basınını yazmaya ve mâlumat vermeye çağırıyoruz! Ya hakkı söylesinler ya da sussunlar!..

 

 

Mücadelesi:

Diyebiliriz ki, Hoca’mızın hayatı mücadeleyle geçmiş ve bu arada asla taviz vermemiştir! Şöyle ki:

 

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki mücadelesi:

Bir ara Tevfik Gerçeker isminde danıştaydan emekli bir hakim Diyanet’in başına getirilmişti. Bu şahıs bir taraftan Diyanet merkezindeki personelin namaz kılmalarına sınır koymuş, bir taraftan da futbol oynamak bir ibadettir gibi fetvalar vermişti. Ve bu arada Diyanet’e emekli bir paşa getirilmişti. Sadreddin Evren ismindeki bu paşa ile o zamanın Ankara müftüsü Dr. Lütfü Doğan bir araya gelerek bir tâmim hazırlama yoluna girmişlerdi.

Tâmimin mahiyeti şu idi:

"Bundan sonra vaazlar yaptıkları vaazları üç nüsha olarak yazacaklar; bir nüshası kendilerinde kalacak, bir nüshasını bağlı bulundukları müftülüğe verip tasdik ettirecekler ve bir nüshasını da Diyanet İşleri Başkanlığı’na göndereceklerdi. Müftülükçe tasdik edilmiş bu nüshayı kürsüden papağan gibi okuyacaklar, bunun dışında tek kelime konuşmayacaklardır. Bunun haberini alan Hoca’mız Ankara merkez vaazlerinden ve İlahiyet’teki arkadaşlarından 15 kişilik bir ekibi bir araya getirip, meselenin vehametini onlara anlatır! Bir-iki toplantı neticesinde alınan karar iki safhalı idi: Bir heyet Dr. Lütfü Doğan’a gidecek, böyle bir icraata gitmenin vaazlık müessesesine darbe olacağını anlatacaklar, bu fikirden vazgeçmelerini kendilerine teklif edeceklerdi. Kabul edilmediği takdirde mesele Cuma günü camilerdeki cemaata intikal ettirilecekti!..

Birinci şık kabul görmedi; kararda ısrar ettiler! Bu sefer mesele camilere götürüldü! Hoca’mız o sıralarda Maltepe Camii’nde vaaz ediyordu. O günkü vaazı kürsüden gazete okur gibi okumuş, kürsüden inmişti. Vaazden bir şey anlamayan cemaat yer yer gelip Hoca’mızdan meselenin ne olduğunu sormuştu. Hoca’mızın verdiği cevap şu idi:

"Bundan sonra dinliyeceğiniz vaazlar böyle olacaktır; İzahatı yolunda tek kelime ilave edemeyiz!.." Cemaat şaşırmıştı. Bunlardan biri ayağa kalkıp cemaate dönerek şöyle haykırmıştı: "Kapatsınlar bu camileri de onlar da kurtulsun, biz de kurtulalım!.." O zaman iktidarda Halk Partisi var idi. Cuma namazını müteakib cemaat Diyanet’e doğru yürüdü; Diyanet’in kapısı ana-baba günü oldu! Diyanet kapıları kapadı! Haber gönderip "Mesele yanlış anlaşılmıştır!.." diyerek ve bir nevi özür dileyerek hazırladıkları tamimi akşama değiştirdiler.

 

Buraya kısa bir not koymak gerekir:

İşte bakın! 15 kişilik bir heyetin ittifakı ve taviz yoluna gitmeyişi büyük bir felaketi önlemiştir. Eğer dünün hocaları da ittifak halinde olsalardı Selanikli Kemal umduğunu bulamaz; 98 bombayı bu Din-i Mübin-i Ahmediyye’nin temeline koyamazdı!..

 

Devlet Bakanı Rafet Sezgin ile mücadelesi:

Hoca’mız, Diyanet İşleri Başkanlık Muavinliği sırasında, zamanın devlet bakanının müdahalelerine karşı taviz vermemiş; Bakana, "Naklini istediğiniz din görevlileri hakkında yazılı şikâyetler var ise, bize gönderin; biz, mahallinde tahkik ve teftişini yaptırdıktan sonra gereğini yaparız!.." demesi üzerine, devlet bakanının, "Bizim sözümüz emir hükmündedir; yerine getirilmesi gerekir!.." sözüne karşılık Hoca’mız, "Sözlü tâlimatlar dosyaya girmez; ben öyle bir muameleye âlet olmam!.." demiştir.

Bu ve benzeri taviz vermeyişleri ile bakanla arası iyice açılmış, bunun üzerine Hoca’mızın naklini Adana Müftülüğü’ne çıkartmıştır.

 

Hoca’mızın savcılık ve mahkemelere götürülmesi:

Hoca’mız; Ankara, Adana, Hatay ve benzeri cami kürsülerinde ve konferans salonlarında İslam ve Şeriat’ın hakim olmasını dile getirmiş ve hele hele üniversitedeki hayatı ise son derece mücadele ile geçmiştir. Bu yüzden üniversite idaresi kendisini altı maddeden dolayı disiplin kuruluna sevketmiştir. Fakat Hoca’mızın gerek disiplin kurullarında ve gerekse savcılık ve mahkemelerde net ve kesin ilmî cevapları karşısında bir şey yapamamışlar ve mahkum edememişlerdir.

 

Adana Ağır Ceza Mahkemesi:

Hoca’mızın bilhassa Adana Yağ Cami kürsüsünde yaptığı ve bantlarla tesbit ettikleri konuşmalarında suç unsuru bulmuşlar, bu bantları Adana Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevketmişler ve dava açmışlardır. Fakat bu sıralarda Hoca’mız Avrupa’ya gelmişti. Mezkûr mahkeme birkaç sefer radyo ve basın yoluyla "Gel hesap ver!" diye çağrıda bulunmuş ise de, Hoca’mız arkadaşlarıyla yaptığı istişare neticesinde davetlerine icabet etmemişti. Neticede mal varlığına el koymuşlar, kendisini de vatandaşlıktan ihrac etmişlerdir.

 

Avrupa mahkemelerinde:

Hoca’mız Avrupa’ya geldikten sonra da durmamış, gerek Selanikli Kemal’i tanıtmada, gerekse İslam Şeriat’ını tebliğ ve telkin etmede boş durmamıştır. Vaazler yapmış, konferanslar vermiş, broşürler neşretmiştir; kitaplar bastırmış ve bantlar doldurmuştur. Bunun üzerine kemalist rejimin baskısı, Türk ve Avrupa basınının yaygarası, Avrupa idarecilerini harekete geçirmiş, Hoca’mızı mahkemeden mahkemeye sevketmişlerdir. El-an mahkemeler devam etmektedir.

 

Particilerle Mücadele:

Hoca’mızın Avrupa’ya geldiği dönemde Kenan Evren partileri kapatmıştı, parti diye bir şey kalmamıştı! Biz de partisiz bu dönemde rahat rahat konuşuyor, dinleyenler de rahat rahat dinliyordu! Zaman geldi partilerin tekrar kurulacağını basın yazdı. Bizi sıkıntı aldı; artık partide çalışamayız!.. Hoca’mız, hal çaresini şöyle bulmuştur: "İslam’da parti olmadığını, fetvasının alınamıyacağını, fetvası alınmayan bir hareketin insanı yarı yolda bırakacağını ihtiva eden bir rapor hazırlayıp Erbakan’a göndereceğini" düşünmüş ve bu noktadan hareketle:

"Devlete Gidiş Yolu Tebliğ Midir, Parti Midir?" başlığını taşıyan bir rapor kaleme almış ve bunu Erbakan’a göndermiştir. Göndermiş ise de kabul görmemiştir! Erbakan’dan cevap alamayan Hoca’mız, arkadaşlarıyla istişare neticesinde mevzuyu cemaata indirmiş, bunun için Avrupa çapında Köln Barbaros Cami’nde toplanan idareci cemaate meseleyi intikal ettirmiştir. Yapılan oylamada Hoca’mız ittifakla işin başına getirilmiştir. Bunu duyan Erbakan çok ağır laflar etmiş ve bu arada şöyle demişti: "Ben orada olsaydım, eteğime doldurduğum taşlarla bunları taşlardım!"

 

İradesi zayıf olanlar:

Ankara’nın bu sert tutumu karşısında ve burada merkez idaresinin açtıkları yalan ve iftira kampanyası neticesinde iradesi zayıf olanlar yarı yoldan geri dönmüşlerdir. Fakat elhamdülillah çürüklerin ayrılması ve ayıklanmasıyla Hoca’mızın arkasında saf, sağlam, Tevhid ehli bir cemaat kalmıştır. Ve bu cemaat, başta Anadolu olmak üzere günden güne sesini her tarafa duyurmakta ve sahasını genişletmektedir.

Kısa bir hülâsa ile sonunu bağlıyalım:

 

Bir hülasa ve bir netice:

Hoca’mızın aslı ve nesli bellidir; Hocaoğlu’dur. Soy adını buradan almıştır. Kaplan soyadı, Mustafa Kemal’in sünnet-i seyyie’lerinden olduğundan dolayı değiştirmiştir.

Hafız-ı Kelam’dır. On iki ilmi tahsil etmiş, ilmin her dalında müderrisliğe yükselmiştir. Ve bu arada bir de üniversite bitirmiştir.

 

Fetvaya muktedir olan Hoca’mız; idarî, siyasî ve benzeri sahalarda medenî cesarete sahibtir. Hayatında asla tâviz vermemiş; görevinden alınma pahasına da olsa da ne müftülük binalarına ve ne de Kur’an kurslarına Selanikli Kemal’in fotoğraflarını asmamış, önünde saygı duruşu yapmamıştır!..

 

Dünyadaki devlet sistemlerini, "Hak-Batıl" diye ikiye ayırmış; Şeriat sisteminin hak, diğer bütün sistemlerin batıl olduklarını, dost-düşman bütün bir dünyaya duyurmuştur! Bu arada komünizm ve demokrasi sistemlerinden söz ederken de bunların, dünyayı fesada veren iki (put) olduğunu söylemiştir. Particiliğin demokrasiye dayandığını ve demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğunu dile getirmiş, particiliği de şiddetle reddetmiş, bu sisteme göre parlamentoya seçilmenin ve seçenlerin de müşrik olduklarını ve olacaklarını ve hatta bu hususta verilen fetvayı kabul etmiyenlerin de aynı hükme tâbi olacaklarını beyan etmiştir!..

 

"Günümüzün putlarının sistemler" olduğunu ifade etmiş, "Beşinci Beyyine"de bu hususa geniş yer vermiştir!..

 

Hoca’mız aynı zamanda İslam’ın hakikatlarını yazma cesaretini gösterdiği gibi, hatalı bir beyanda bulunduğu takdirde onu tashih etme veya geri çekme tevazuunu da göstermiştir!

 

Ve netice:

İşte Hoca’mız ve işte Hilâfet makamı!.. Biçilmiş bir kaftan! Her yönüyle "Hilâfet Makamı"na layık! Dünyada bir eşini bulmak çok enderdir!.. Kimsenin itiraz etmeye hakkı yoktur! Varsa, işte meydan, buyursun; söylesinler! Bu ümmete Cenab-ı Hakk’ın bir lütfudur! Rabb’imize ne kadar şükretsek, yine de azdır!..

 

 

ŞÛRA MECLİSİ

Batılın hakka, şirkin Tevhid'e, demokrasinin İslam’a, putçuluğun müslümanlığa, particiliğin Peygamber metoduna, mezhebsizliğin Ehl-i Sünnet’e libas edildiği bir asırda; kınayıcıların kınamasından, tağutların tehditlerinden, kâfir, zalim, fasık, müşrik ve münafıkların desise ve tuzaklarından çekinmeden canını, malını ve dünyasını ortaya koyarak cahiliyet sisteminin, küfrün, kemalizmin ve tüm dünya müstekbirlerinin oyunlarını bozan; Peygamber varisi, âlim, asrımızın müceddidi, muallimimiz, mürşidimiz ve komutanımız olan ilim ve mücadele adamı, muhacir, İslam davasının yılmaz mücahidi, tağutlara boyun eğmeyen, 70 yıl sonra dibe-köşeye itilen, hor ve hakir görülen Hilâfet Devleti'ni cesaretle ihya ve ilan eden, Emir'ül-Mü'minin ve Halifet'ül-Müslimin Reşid bin Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan) uğruna mücadele verdiği Rabb'isine, 15 Zilhicce 1415'e tekabül eden (15 Mayıs 1995) Pazartesi günü saat 12.50’de Hilâfet bayrağı altında kavuşarak şehadet şerbetini içmiştir.

 

Merhum Halife'mize Allah’tan (c.c.) rahmet, kederli ailesine ve Ümmet-i Muhammed’e sabırlar ihsan etmesini dua ve niyaz ederiz!

 

Bu vesileyle biz Hilâfet Devleti'nin Şûra üyeleri, müslümanların bir saat bile Halife'siz kalması caiz olmadığından bir toplantı yaparak, Hilâfet makamına Merhum Halife'mizin tavsiyesini de nazar-ı itibare alarak, Ulûm-i Arabiyye ve Ulûm-i Şer'iyye'yi babasının rahle-i tedrisatında tâlim ve tahsil yapan Muhammed Metin Müftüoğlu (Kaplan) Hoca'mızı Halife olarak seçtiğimizi ve bey'at etmiş olduğumuzu bütün bir dünyaya ilan ediyoruz.

 

Başta cenaze merasimi olmak üzere tüm tebliğ hareketimizi biiznillah Halife'miz Muhammed Metin Müftüoğlu (Kaplan)'ın emrinde devam ettireceğimizi yine bütün bir dünyaya ilan ediyoruz.

 

ŞÛRA MECLİSİ

16 Zilhicce 1415 (16 Mayıs 1995)

 

 

NOT: Hilafet Devleti hareketi Aralık 2001 yılında almanya'da yasaklanıp, Mescidlerin kapılarına kilit takılıp, alman develti tarafından tüm mal varlıklarında el konulmuşdu.


RISALE

ZÄHLER

Heute 409
Insgesamt 4845265
Am meisten 42997
Durchschnitt 1790