EHL-İ TEVHİD VE TAĞUT

Hâkimiyyet; Allah’a mahsus bir hak mıdır yoksa bu hak tağutlarda da var mıdır? Tarihi boyunca dünyanın gündemini meşgul eden ve halli gereken tek mesele budur, bu olmuştur ve bundan böyle de bu olabilir.

26-08-2017

Ehl-i Tevhid ve Tağut:

Tevhid ehlini tağuttan, tağutu da Ehl-i Tevhid’den ayıran tek mesele ve tek alâmet-i farıka budur. Zira; peygamberler ve onlara tabi olan insanlar; "Hâkimiyyetin" Allah’a ait bir hak olduğunu haber vermiş, kabul ve tasdik etmişler ve şu şekilde formüle etmişlerdir:

"Hâkimiyyet, kayıtsız ve şartsız Allah’ındır!"

İşte bu gerçeği söyleyenler; Tevhid ehlidir, iman ehlidir ve müslümandır. Hâkimiyyet hakkını; bir şahsa, bir gruba, bir millete ve hatta dünya insanlığına verenler ve bilcümle şu şekilde formüle edenler:

"Hâkimiyyet, kayıtsız ve şartsız milletindir!" derler ve işi bu noktada noktalarlar.

Ve işte bunu söyleyenler ve böyle düşünenler, maksatları ne olursa olsun, tağutlardır, tağutların kullarıdır; müşriklerdir ve nihayet kâfirlerdir!..

Ve işte bu mücadele günümüz dünyasında da bütün şiddetiyle devam etmekte, özel mahkemeler kurulmakta, tağutun askerleri bu mahkemelerin başına getirilmekte ve polisleri seferber edilip, "Hâkimiyyet, kayıtsız ve şartsız Allah’ındır" diyen Ehl-i Tevhid, yaka-paça edilip hapishanelere götürülmekte, işkence ve hakarete maruz bırakılmaktadır.

 

Hâkimiyyet, Tağut ve Muvahhid:

Bu babda şu üç kelime; efradını cami, ağyarını mani bir şekilde tarif edilmeli ve herkes tarafından net ve kesin bir şekilde bilinmelidir.

 

Hâkimiyyet:

Çeşitli yayın ve muhtelif beyanlarımızda da ifade ve ilan ettiğimiz gibi, önemine binaen bir de burada tarif ve izahını yapalım! Yapalım ki, artık kimsenin şüphesi kalmasın:

Hâkimiyyet demek, en yüksek makam, en yüksek otorite, en yüksek söz sahibi ki, O’nun üstünde bir makam, bir otorite, bir söz sahibi düşünülemez. Kendisi, herkesten hesap sorar ama, kendisinden kimse hesap soramaz ve sormasına da imkân yoktur; onun verdiği emirler, koyduğu yasaklar, gösterdiği yollar itiraz kabul etmez. İşte böyle bir yetkiye "Hâkimiyyet" ismi verilir ve böyle bir yetki, ancak Cenâb-ı Hak’da bulunur; O’ndan başkasında bulunmaz. Kim kendisinde veya bir başkasında veyahut da millette bulunduğunu kabul ve tasdik ederse kendisini, bir başkasını veya milleti  Allah’ın yerine koymuş, şerik olmuş, put olmuş, tağut olmuş, müşrik olmuş ve nihayet kâfir olmuştur.

 

Tağut:

Tağut kelimesine gelince: Tağut lafzı, tuğyan mastarından alınmış bir kelimedir. Aşırılık, aşırı giden, haddini aşan gibi manalara gelmektedir. Kur’an’da sekiz yerde geçen bu kelime; hakka ve hakikata, iman ve şeriat’a karşı gelen, Allah Teâlâ’nın kulları için çizdiği nizam ve hududu tecavüz eden, bir başka ifade ile; Allah (c.c.)’nın gönderdiği ve indirdiği şeriat kanunlarını kaldırıp onların yerine kendi kafasına göre, insanların kafasına göre veya millet adına milletvekilleri tarafından yapılan, çıkarılan kanunlardır. İşte bu kanunlara da ve bu kanunları çıkaranlara da "Tağut" denir, put denir, şirk denir, putperestlik denir, müşrik denir.

Elhasıl: Milletleri ve devletleri idare eden iki sistem vardır. Bunlardan biri "Şeriat sistemi" diğerleri ise "Tağut sistemi"dir. Şeriat sistemi bir tanedir. O da Allah’ın gönderdiği ve indirdiği şeriat nizamıdır, İslam nizamıdır, Kur’an nizamıdır ve bir tanedir. Kıyamete kadar değişmez ve onu kimse değiştiremez!.. Diğerleri ise; isimleri ne olursa olsun, tağuttur, puttur, şirktir!.. Bu noktadan hareketle:

Faşist sistem bir tağuttur; komünist sistem bir tağuttur; sosyalist sistem bir tağuttur; kapitalist sistem bir tağuttur; demokratik sistem bir tağuttur; laik sistem bir tağuttur; kemalist sistem bir tağuttur; dini devletten ayıran her sistem bir tağuttur; hakkı bâtıla karıştırma sistemi bir tağuttur.

Demek oluyor ki, hangi isim ve hangi izim altında olursa olsun, şeriat’ın dışındaki bütün sistemler ve bütün devlet şekilleri birer tağuttur, birer puttur, birer şirktir ve birer kâfirliktir ve bunlardan herhangi birini kabul eden veya bir kısmını şeriat’tan bir kısmını da bunlardan alan müslümanlar, velev ki, müslüman olduklarını iddia etseler de, namaz kılıp oruç tutsalar da, hacca gidip Kâbe’nin içine girseler de ve Hacer’ul-Esved’i defalarca öpseler de imanları gitmiş, nikâhları bozulmuş, cenaze namazları kılınmaz hale gelmiş hatta kestikleri hayvanın eti yenmez duruma düşmüşlerdir. Bir kelime ile; şirke sapmış, müşrik olmuşlardır.

 

Muvahhid:

Muvahhid kelimesi bir ism-i fail olup Tevhid masdarından gelmektedir. Şirk kelimesinin zıddı ve tam tersi bir mana ifade eder. "Lâ ilâhe illallah" cümlesinin ifade ettiği manayı kafasında ve gönlünde ve bütün söz, fiil ve hareketlerinde yaşayan ve yapan ve bu arada sadece ve sadece şeriat sistemini tanıyıp diğerlerini tamamiyle red ve inkâr eden ve sadece "Şeriat, şeriat!" deyip duran, şeriat’ı malından da canından da daha fazla seven ve sayan ve nihayet Allah’tan başkasından asla korkmayan kimsedir.

İslam; şunu kesin bir şekilde haber verir ki, şu kâinat; Dalgalanan denizleriyle, pırıl pırıl parlayan yıldızlarıyle, akıp giden nehirleriyle, ağır basan dağlariyle, dönüp dolaşan insanlariyle ve nihayet bütün mahlukatiyle Yüce ve Subhan olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Bu hakikatı takrir ve beyan eden ayetlerin sayısı pek çoktur. İşte onlardan birkaçı:

1- "Hakikaten sizin Rabb’iniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa hükümran olan Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi emriyle baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da emir vermek de yalnızca O’na mahsustur. Âlemlerin Rabb’i olan Allah ne yücedir!" (A’raf, 54)

2- "Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Bunlardan her biri bir yörüngede yüzmektedirler." (Enbiya, 33)

Bu ayet, bütün gök cisimlerinin bir felekte (bir yörüngede) yüzmekte olduklarını söylemekte. Kur’an indiği sırada ilim çevrelerine hakim olan Batlamyus nazariyesine göre güneş ve ayı hareket ettiren, felektir. Halbuki ayet bunların felekte yüzdüklerini haber vermekle Batlamyus nazariyesini yıkmıştır. Nitekim bugünün isbatlanmış bilgisine göre de bu varlıkların her biri, Kur’an’ın dediği gibi bir yörüngede yüzmektedir. İlâhî kudret, bu uzayda, birbirine çarpmadan yürüyen sayısız gemiler yaratmıştır.

3- "Çok merhametli olan Allah, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı ve ona beyanı (konuşup düşüncelerini açıklamayı) belletti." (Rahman, 1-4)

4- "O (Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü (ve yönetimi) O’nundur. O, bir çocuk edinmemiştir, mülkünde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir biçim (bir düzen) vermiş, mukadderatını tayin etmiştir." (Furkan, 2)

Allah’tır yalnız hâlık, yalnız razık; ins, cin ve hayvan bütün mahlukata rızık veren ve şu kâinatta herkesin yiyeceğini hazırlayan!

1- "Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır." (Zariyat, 58)

2- "Allah sizi yarattı. Sonra besledi, sonra öldürüyor, sonra diriltiyor. Peki, ortaklarınız (putlarınız) içinde bunlardan birini yapan var mı? O (Allah) onların koştukları ortaklardan beridir (münezzehtir) ve yücedir." (Rum, 40)

3- "Yeryüzünde debelenen, hareket eden bir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah’a ait olmasın!.." (Hud, 6)

 

İşte iki kaide; iki hakikati ifade etmekte: Yaratan ve rızık veren!

Bu iki kaidenin tek bir neticesi vardır. O da yarattığı ve rızık verdiği varlıklar hakkında söz sahibi ve hüküm sahibi olma!..

Kur’an ayetleri; işte bu hakikatleri ifade etmekte ve pekiştirmekte ve şöyle demektedir:

1- "...Göklerin ve yerin ve aralarındaki varlıkların mülkü (ve mülkiyeti, yönetim ve idaresi) Allah’a mahsustur. Dilediğini yaratır. O, herşeye kadirdir." (Maide, 17)

2- "Göklerin ve yerin mülkiyetinin (idaresinin) ancak Allah’a ait olduğunu hâlâ bilmedin mi?.." (Maide, 40)

Öyle ise Allah, yarattığı her şeyin sahibi ve yöneticisidir; O’na mülkünde ve idaresinde hiçbir kimse ortak olamaz ve kanun koyamaz!..

Allah, şöyle buyurur:

1- "Bütün yüzler, O diri ve O yöneticiye boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen ise (kanun koyma cüretini gösteren ise) perişan olmuştur." (Taha, 111)

2- "Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı da bulunmayan Allah’a hamd olsun, de ve O’nu gereği gibi Tekbir et!" (İsra, 111)

"Mülk" kelimesi sahip olma manasına geldiği gibi, yönetme ve idare etme manasına da gelmektedir. Nitekim: Yönetici olması hasebiyle devlet reisine de "Melik" ismi verilmektedir.

Sahte ilâhlara gelince: Onların hiçbir kimseye ne kâr ve ne de zarar vermeye güçleri yetmez. Hatta kendilerine tapanlara bile ve hatta bizzat kendilerine bile! Yüce Allah şöyle buyurur:

1- "De ki: Allah’ı bırakıp da size ne zarar ve ne de yarar vermeğe gücü yetmeyen şeylere mi, tapıyorsunuz? Oysa Allah, işiten ve bilendir. (O’na kulluk etmeniz ve O’nun kanunlarına uymanız gerekmez mi?)" (Maide, 76)

İbrahim Aleyhisselam da babasına hitaben şöyle demişti:

2- "Babacığım! İşitmez ve görmez ve senden hiçbir zararı gidermeye gücü yetmez şeylere mi ibadet ediyorsun?" (Meryem, 42)

Öyle ise yaratan ancak Allah’tır, rızık veren ancak Allah’tır, malik ancak Allah’tır; mülkünde dilediği gibi tasarrufa sahip ancak O’dur, yaptığından sorulmaz, sizler yaptıklarınızdan bir bir hesaba çekileceksiniz...

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

1- "De ki: Allah’ım! Mülkün maliki sensin; istediğine mülkü (idareyi) verir, istediğinin elinden alırsın; istediğini aziz, istediğini zelil kılarsın! Hayır senin elindedir! Sen her şeye kadirsin! Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın; ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarırsın! Dilediğini hesapsız bir şekilde rızıklandırırsın!" (Âl-i İmran, 26)

2- "...Allah mülkü (idareyi) dilediğine verir. Allah, nimeti bol olan ve herşeyi hakkıyle bilendir." (Bakara, 247)

3- "Yoksa Allah, lütfundan insanlara verdiği için onları kıskanıyorlar mı? Oysa biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermiş ve onlara büyük bir mülk bağışlamıştık." (Nisa, 54)

 

BEYYİNELER 5 - CEMALEDDİN BİN REŞİD  رحمة الله عليه


RISALE

ZÄHLER

Heute 460
Insgesamt 4845316
Am meisten 42997
Durchschnitt 1790