12-09-2017
KAVMİYETÇİLİĞİ NİÇİN REDDEDİYORUZ?
1- Vatanseverlik ile Kavmiyetçilik Arasındaki Fark:
Arapların "vataniyye" ve Frenklerin "pateryatizm" dedikleri "vatanseverlik" ile Araplar'ın "Kavmiyyet" ve Batılıların "nasyonalizm" dedikleri Milliyetçilik birbirinden tamamıyla ayrı olan iki olgu oldukları hâlde, bazıları, aralarındaki farkı unutuyor.
"Vatanseverlik" insanın tabiî bir hissidir. Fakat "Milliyetçilik" bir his değil, "ideoloji"dir. Vatanseverlik, bir duygudur. Milliyetçilik, bu duygunun üzerine kurulmuş olan bir ideoloji ve din benzeridir.
Nasyonalizm ideolojisi, diğer canlıların insanla ortak yönünü teşkil eden insandaki iki hayvani içgüdü üzerine kurulmuştur. "Topluyaşam"a olan eğilim ve "Ev-barka bağlılık".
Milliyetçilik, bu iki içgüdü ile başladı. Sonra bu içgüdüsel destekten yararlanarak bir din benzeri haline geldi. Bu doğal hisleri, yıkıcı taassub ve bağnazlığa çevirdi.
2- Milliyetçilik İnsanın Hayvani İçgüdüleri Üzerine Kurulmuştur:
Toplu halde yaşamak, insanın içgüdülerindendir. O, bu konuda bazı hayvanlar ile aynı konumdadır. Doku hücreleri toplu halde yaşıyor. Karıncaların ve arıların da yaşamları toplumsaldır. Vahşi öküzler, tehlikenin yaklaştığını hissettikleri zaman, inekleri ve danaları sürünün içerisine alıp kendileri savunma işini üstleniyorlar. Tehlike ile karşılaşan atlar, başlarını bir araya getirip arkalarını düşmana doğru çevirerek bir kurtuluş çemberi teşkil ediyorlar.[1]
Toprağa sarılmak "ev" ve "vatan"a karşı sevgi göstermek, insanın hayvani içgüdülerinden bir diğeridir. Köpek ve kedinin, içerisinde yaşadıkları eve içten bir bağlılıkları var. Güvercin kendi yuvasına öyle bir ilgi gösteriyor ki nerede olsa aynı yerine dönüyor.
öyleyse "topluyaşam" ve "vatanseverlik", her ikisi, insanın hayvani içgüdülerindendir. Bu konuda diğer hayvanla aynı durumdadır.
3- İnsani Toplumda, Toplumsal Bilgi Hangi Temel Üzerine Kurulmalıdır?
İnsan, tarih sürecinde, vahşilikten çıkıp içgüdüsü uygarlığa ve toplumsal yaşama yöneldiği andan itibaren, şu mesele ile karşı karşıya kalmıştır: Toplumsal yaşamın alt yapısı ne olmalıdır?
"Toprak", "kan", "dil" mi? Yoksa "İnanç", "düşünce", "akıl" mı?
Hayvanlar, içgüdüleri gereği toplumsal yaşantılarını, "kan" (cinste ortaklık) veya toprak temeli üzerine kuruyorlar.
Tarih boyunca daima iki zıt çizgi vardır. Biri, Peygamberlerin ve büyük dinlerin çizgisi. Diğeri ise, "Câhiliyyet çizgisi"dir.
Peygamberlerin çizgisinde, vahdet ve birliğin temelini, "inanç" ve "imân" oluşturmaktadır. İslâm onu tamamlayarak "İslâm ümmeti" diye bir "inanç milleti" kurdu. Fakat "cahiliyyet çizgisi"nde, ırk, coğrafi sınırlar, renk, dil ve siyasi kurum, birlik esası olarak ele alınmıştır. İlkel Totemcilik Düzeni, Kabile Nizamı, Eski Yunan Uygarlığı ve Keldeh ve Aşur İran'ı, birlik esasını yukardaki cahiliyet unsurlarında arıyorlardı.
Kur'an-ı Kerim, bu iki çizgiyi; üstünlük kaynağını, ateşten yaratılmak (ırk ve kan) sayan "Şeytân" çizgisi ile üstünlüğün "akıl", "şuur" ve "ilim" ile olduğuna inanan ve bundan ötürü meleklerin mescudu olan "Adem" çizgisinin devamı saymıştır.
4- Niçin İnsanın Birlik Temeli, "Toprak" ve "kan" Değil, "İnanç" Olmalıdır?
Buraya kadar, "toprak" ve "kan" esâslarına dayanan birliğin, insanı diğer hayvanlardan ayıran üstün özelliklerinden değil, öbür hayvanlarda da mevcud olan, insanın hayvanî içgüdüsünden ileri geldiği açıklığa kavuştu.
Şimdi bakalım: İnsanlar, -insan olmaları itibarı ile- neyi ele almalıdırlar, vahdet esası olarak? "Toprak" ve "kan"ı mı? Yoksa başka birşeyi mi?
Bu soruyu cevaplandırabilmek için, önce insanın özel mahiyetini anlamamız gereklidir:
İnsan, bünyesinde "ilâhî ruh" (hayvan ötesi özellik) bulunan bir "canlı"dır.
Bu yüzden insanda iki çeşit özellik ve eğilim mevcuttur. Biri, diğeri bütün hayvanlarda da bulunan hayvani eğilimler; diğeri ise insanı öbür hayvanlardan ayıran, özel insani eğilimlerdir.
İnsan ile hayvanların arasındaki müşterek hayvani eğilimler, içgüdülerden ibârettir. İçgüdü, Freud'un ve mcdougal'ın deyişiyle, casmi organizma aracılığı ile tüm canlıların hayatında etkisi olan bir esrarengiz güçtür. Canlılar, içgüdüleri gereği, hesaplamadan, düşünmeden bir takım girişimlerde bulunur.
İnsanın içerisindeki yemek isteği, cinsi ilişki ihtiyacı, savaşma hissi, toprak, kan, altın (mal) ve bunun benzeri şeylere alâka göstermek gibi içgüdüler, onun hayvani yaratılışındandır. işte insan bu yönden hayvanlara benzer, gerçi insanın üstün mahiyetine nazaran biyolojik açıdan da insanın içgüdüleri, diğer hayvanların aksine çok zayıf ve edilgin hâle gelmiş ve onun işlerinde -hayvanların aksine- yalnız içgüdü değil, daha üstün eğilimler de müdâhale ediyor.
Bu, insanın fazilet ölçüsü ve onu hayvanlardan ayıran üstün eğilimler insana mahsustur. "Akıl", "şuur", "bilinç" ve "imân" insana mahsus eğilimlerin en büyük görüntülerindendir. "Olgunlaşma isteği", "okuma isteği" ve "ülküseverlik" de bu grup eğilimlerdendir.
İnsanın eylemlerindeki kontrol edici etken ve hayatındaki yön verici, harekete geçirici, belirleyici güç, insanı diğer yaratıklardan ayıran "bilinç", "şuur", "akıl" ve "imân" olmalıdır; hayvanlarda da olan ve insana hiçbir üstünlük vermeyen içgüdüler değil. Bunun için kendi hayvani (biyolojik) durumunu aşan insanlarda ideal, fikir ve düşüncenin etkisi, içgüdünün gerektirdiği birçok şeyi değiştirdiğini veya azalttığını görürüz.
İnsanlar arasındaki ortaklık ve farklılıkların doğrudan doğruya akıl ve bilinçten ileri geldiğini, içgüdülerden ileri gelmediğini görürüz.
İşte buradan, insanın eylemlerindeki asıl kontrol edici ve belirleyici etkenin toprak ve kan olduğunu söyleyen kavmiyetçiliğin ve o etkenin mide olduğuna inana Komünizm'in ve de onun "belden aşağı" olduğunu sanan freudizmin yanlışlığını, sapıklığını ve peygamberler yolunun doğruluğunu, sağlamlığını anlıyoruz. Peygamberler yolunun dışında bütün yolların ölçüleri, hayvanların karşısında insana herhangi bir üstünlük kazandırmayan içgüdülerdir. Ancak peygamberlerin yolunda belirleyici etken, "toprak", "kan", "mide" ve "şehevî arzular"dan hiçbirisi değil, kaynağı, insanı eşrefül-mahlukat (yaratıkların en şereflisi) eden ve onu bütün evreni incelemeye kâdir kılan "şuur", "ilim", "akıl", "inanç" ve "ideoloji"dir.
İnsan, toprak ve kab bağlarına bağlı kaldığı müddetçe, hayvanî düzeyde bocalayıp durmaktadır. Ama bağlılığını inanç ve ideoloji üzerine topladığı zaman, insanlık fezasında uçmaya başlar.
İnsanın bağlılıkları, içgüdünün gerektirdiği değil, akıl ve şuur'un gerektirdiği şekilde olmalıdır.
Nasyonalizm ve diğer batılı "izm"ler gibi insanın yaşamına içgüdüsel açıklama getirmek; insanı hayvan düzeyine indiren ve bilimsel açıdan da -insana hâs özelliğin bilinç olduğu ve içgüdünün onda ölülüğü gerekçesiyle- sonuçsuz olan yanlış ve yersiz bir yorumdur. İnsanın tarih boyu "inanç" yolunda yaptığı fedakârlıkları, hayata getirilen bu açıklamanın itibârsızlığını, sapıklığını isbât ediyor.
İnsan, "insan"dır; hayvan değildir. Hayatında belirleyici etken ve birlik esası, "inanç" olmalıdır; toprak, kan, altın (mal), gibi şeyler değil. İşte bu yüzden, Nasyonalizm'i, Komünizm'i ve diğer aldatmaca "izm"leri reddedip, "inanç"a ve insanın "olgunlaşma isteği" hissine dayanan ilâhî akıma dönmeliyiz.
5- Kavmiyetçilik, İnsanın İrâdesine ve Seçimine Değil, Tabiatın Tesadüfüne Dayanır:
Kavmiyetçilik'te "milliyet", tabiat'ın bir tesadüfüdür. Fakat İslâm'da, insanın seçimine, irâdi ve bilinçli ameline dayanmaktadır. İslâm'a göre insan, kaderini belirlemede baş faktördür.
Kavmiyetçiliğin temeli, belli bir grub'un belli bir yerde yaşaması veya belli bir ırk'tan olmaya veya belli bir dile sahip olmaktır. Bunlar ise tamamıyla "tesâdüf" ve "şans"a bağlı şeylerdir. İnsanın hür iradesi ile hiçbir ilgisi yoktur.
Özel bir ırk, renk ve dilden olan bir insan, kendisini bu doğuştan gelen bağlılıklardan nasıl kurtarabilir? İnsanın siyasi-içtimai hayatında, "tabiat tesadüfü"nü esas almak, insanın makamını alçaltmak anlamındadır, gerçekte. Vakıa insanın diğer canlılardan üstünlüğü, "hür irâde"ye ve seçme yetkisine sahip olmasından ve vücuduna kendisinin mahiyet vermesinden ibârettir. Fakat Nasyonalizm, insanı bu yüksek yerinden aşağıya indirip "doğum yeri" zindanına mahkum ediyor.
Kavmiyetçilik, diğer yönlerden insanları hür irâdelerinden de uzaklaştırır.
Hitler Almanya'sında "Nazizm" tecrübesi, bu iddiamıza en iyi kanıttır. Hitler Nasyonalizminin şöyle bir sloganı vardı: "Herkes Arya ırkındandır. Anadili Almancadır. İstese de istemese de Almanyalıdır." Bunun neticesi ide, diğer ülkeleri -oturanları ile ırkdaşlık bahanesi ise razı olmasalar bile- gasbetmekten başka birşey değildi!
İSLAM VE MİLLİYETÇİLİK - CEMALEDDİN BİN REŞİD رحمة الله عليه
Heute | 2677 |
Insgesamt | 4690845 |
Am meisten | 42997 |
Durchschnitt | 1753 |