12-09-2017
MİLLİYETÇİLİĞİN ORTAYA ÇIKIŞI VE YAYILIŞI
1- Milliyetçiliğin Bir Ekol Olarak Ortaya Çıkışı:
Gerçi Milliyetçilik bazı özellikleriyle binlerce yıl önce Yunanlıların "kabile" ve "site" sisteminde aranabilir, ama bu düşüncenin bir ideoloji ve bir siyâsi-sosyal ekol olarak ortaya çıkması Batı'daki Fransız devriminden sonra oldu.[1]
Nasyonalist düşüncenin başta gelen propagandacılarından biri Rousseau idi. O; "kitlelerin grupsal vahdet ve bağnazlığa sahip olmaları, doğup büyüdüğü yere bağlı olmaları, sevgi ve bağlılığın eksenini vatanın oluşturması gerektiği üzerinde ısrarla duruyordu. Bunun, "dini vazife" kadar kutsal olduğunu söylerken, insanların bütün insanlık adına hareket etmesini veya "dini toplum" düşüncesine bağlı olmasını şiddetle reddediyordu."
Nasyonalizm ekolünün fiilen gerçekleşmesi ilk defa Fransa devriminden sonra olduğu gibi, ilkelerinin de çoğu by devrimle ortaya çıktı. Bayrak ve vatan'a karşı olan duyguların körüklendirilmesi, milli kahramanların yüceltilmesi ve putlaştırılması, milli marş yazılması, Fransız dilinin ve soyunun kutsallığının savunulması, dini törenler şeklinde büyük milli bayramların ve merasimlerin yapılması Fransız tarihiyle övünmek ve kısaca; bütün bu Nasyonalist ilkeler bu devrim süresinde devrimin getirdiği aksaklıklar, Nasyonalizmin yetersizliğini daha ilk baştan ortaya koymuştu. Nasyonalizm halkın duygularını körüklemek, genel seferberlik ilân etmek, komşu uluslara saldırmak, yayılmacılık politikası izlemek, savaş, baskı ve diktatörlük yolunda Cakobenler için iyi bir destek ve araç olmuştu. Cakobenlerin aldıkları kararlarda geçerli olan tek şey, Fransa'nın çıkarları idi. Böylece milliyetçi duyguların daima savaş, tecavüz ve emperyalizme yol açtığı kanıtlanmış oldu.
Batıda Fransız devriminin otoritesinin yaygınlaşmasıyla, Nasyonalizm akımı, özgürlük fikri ve demokrasiden daha çabuk yayıldı. Napoleon'un iş başına geçmesi de, Nasyonalizm'in batıda yayılmasını daha bir hızlandırdı.[2]
Napoleon, Nasyonalizm düşüncesine tam manasıyla bağlananlardan biridir. İslâm dünyasına, bu düşüncenin tohumunu serpen ilk kişi de odur. Nitekim buna ileride de değineceğiz. Nasyonalizm, Napoleon için d toprak genişletmek, savaş, tecavüz ve insanları öldürmek için bir araç olmuştu. Zaten baştan beri nasyonalizm, tecavüzü yorumlayan, kandökücülüklere ve güçlerin çatışmasına zemin hazırlayan bir araç olmuştu. Napoleon Fransa halkını egoizm ve bencilliğe doğru sürükledi, böylece diğer uluslarda da nasyonalist duyguların filizlenmesine sebeb oldu. Almanya ve İtalya'da Nasyonalizm hızla yayıldı.
Ondokuzuncu asır, "Nasyonalizm'in altın asrı" diye adlandırılmıştır.[3] Thomas Jefferson ve Thomas Paine Amerikan milliyetçiliğinin temelini bu asırda attılar. İngiltere'de Jeremy Bentham, Milliyetçiliği yeni boyutlara ulaştırdı. William Gladstone İngiliz Nasyonalizm'ini son derece aşırı bir milliyetçiliğe çevirdi. Böylece Milliyetçilik; bütün Orta ve Batı Avrupa'da bir ideoloji olarak kabul edildi. Nasyonalizm akımının ondokuzuncu asırdaki en büyük teorisyenleri arasında: İtalya'da mazzini ve Guiseppo Garibaldi, Fransa'da Victor Hugo, Almanya'da Oho Bismarck sayılabilirler.
Ondokuzuncu asırda olup bitenlerin ve ortaya çıkan büyük olayların çoğunu ortaya çıkaran etken, Nasyonalizm idi. Bu asırda: Belçika İstiklâle kavuştu. Portekiz ile İspanya'ın Güney ve Orta Amerika'daki sömürgeleri; Simon Boliver ve Jesomartin önderliğiyle bağımsızlıklarını ilan ettiler. Yine bu dönemde batılı devletler; Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa'da hükmettiği bölgelerde, daha çok Nasyonalist duyguları körüklediler. Sonunda Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan, Fenland, Çekoslavakya ve Krotlar bağımsızlığa doğru itildiler.
Ne var ki bütün bu gelişmeler, Emperyalizmin üçüncü dünyada gizli bir ağ şeklinde yayılmasına, batılı devletlerin savaş ve siyâsî çatışmalarına oranla çok az bir öneme sahipti. Bu ise Nasyonalizmin olumsuz sonuçlarının, ne kadar fazla olduğunu ortaya koyuyordu. İngiltere ve Fransa'nın yabancı ülkelere saldırıp, onları sömürgelerine almaları, III. Napolyon ve Bismarck'ın yayılmacılık eylemleri; batılı Nasyonalizm ve Liberalizm'in aldatıcı sloganlarının ne derecede asılsız olduğunu ve bunun gerçekte, müstaz'af milletleri esâret altına almak için bir araç olara kullanıldığını iyice ortaya çıkardı.
2- Batıdaki İdeoloji Boşluğu ve Milliyetçilik
Nasyonalizm, batılıların ideoloji boşluğunu doldurmak için çıkardıkları bir "ekol" ve "uydurma bir din"dir.
İnsan, herhangi bir din, ülkü ve ideal'e bağlanmadan yaşayamaz. Orta Çağ batısında bu din ve ideoloji Hristiyanlık ve kilise dini idi. Fakat Hıristiyanlık bir boyutlu, gerçeği görmeyen nâkıs, ilim ve akıl ile çelişkili prensiplere dayalı tahrife uğramış bir din olduğu için uzun bir zamana kadar ideoloji olarak devam edemezdi.
Rönesans ve sonraki değişmeler, kiliseye çok ağır darbeler indirdi. Artık Avrupa'da, Hıristiyanlık yaşayan inanç olarak ortadan kalkmış ve ölü bir din hâline gelmişti. Değindiğimiz gibi, Hıristiyanlık önceden de bir halk içerisinde bağnazlık, dayanışma ve heyecan meydana getirecek yeterli dinamizme sahip değildi, fakat tamamıyla da hayat dışı edilmemişti. Rönesanstan sonra halın siyasi, içtimai, fikri ve duygusal hayatından tamamıyla dışarı çıktı. Neticede, batıda büyük bir ideolojik boşluk ortaya çıktı. Batılılar, izleyecekleri bir ekolün ve halkı harekete geçirecek bir dinamizmin olmadığını hissettiler. Hıristiyanlığa -ölü bir din olduğu için- bağlanamazlardı. Bir yandan da insan ideolojik boşlukta yaşayamazdı. Mecburen batılı düşüncenin "Putçu Azerleri" Nasyonalizm putunu yaparak batıya bir din ve ilâh olarak armağan ettiler. Susamış insanlar da hemen onun karşısında boyun eğdiler! Ondan sonra da Marksizm bu boşluğu doldurmaya çalıştı. Demek ki hem Nasyonalizm ve hem Marksizm; Hıristiyanlığın, batıdaki ideolojik susamışlığı gidermekte yenilgiye uğradığından ileri gelmiştir.
İslâmî Doğu'ya gelince, böyle bir boşluk hiç mi hiç yoktu. Bu mıntıka'da cihanşumul ve yeterli dinamizmi olan İslâm egemen idi. İslâm öyle bir dinamizme sahiptir ki daha doğuşunun ilk yüzyılında, Afrika'nın kuzeyinden Asya'nın en uzak noktalarına ve İspanya'dan Moğolistan'a kadar bütün ülkeleri birleştirerek, dilleri, kültürleri değişik olan çeşitli ulusları, kavimleri ve soyları birleşik bir "Ümmet" haline getirdi. İslâm dünyasında, duyguları coşturmak, dayanışma kurmak, taassub ve inkılabî heyecanları yaratmakta hâlâ İslâm dini diğer bütün yabancı ideolojilerden güçlüdür. İslâm, kendine inananları, her türlü fedakârlığa sürükleyebilmektedir. Bu yüzden batının kendine has koşullarının çıkardığı Nasyonalizmi İslâm dünyasına sokmanın hiçbir gereği yoktu.
İslâm dünyasındaki milliyetçiler ve bütün batılılaşmış aydınlar, kendi kültür ve ülkelerine has gerçekleri bir kenara atarak, batı'da başarılı olan her tecrübenin doğuda da tekrarlanabileceğini sanıyorlar. Ama çok büyük bir yanılgı içerisindeler. Bu tip aydınlar batıyı körükörüne taklid etmek yüzünden kendi karakterlerini yitirmişler. Bunlar, batıyla İslâm dünyasının ne kadar değişik koşullar içerisinde olduğunu anlayamıyorlar. Bunlar, Batıda hakim olan Hıristiyanlık ile İslâm'ın tamamen farklı şeyler olduklarını idrak edemiyorlar. Hıristiyanlık, kâhinlerin bir avuç dini geleneklerinden ibaret olmasına karşılık; İslâm, kişi ve toplumun her ikisini kapsıyan bir ideolojidir; inanç ve pratikte kâmil bir dindir.
3- Emperyalizmin Kaynağı Milliyetçilik: Sömürü ve Nasyonalizmin Birleşim Noktası
Milliyetçiliğin yayılmasıdna önemli rolü olan idğer iki etken ise, sömürgecilik ve kapitalizm idi.
Ondokuzuncu asırda batılılar, üçüncü dünya ülkelerini kendilerine sömürge alanı yaparak talan ve çapul etmek için korkunç bir yarışmaya girmiş ve aç kurtlar gibi Asya ve Afrika uluslarının peşine düşmüşlerdi. Bunun için bir yandan yaptıkları cinayetleri ve çapulculukları yorumlayabilen ve bir yandan a daha çok ülkeleri sömürge edebilmeğe ve onları çapul etmeğe zemin hazırlayabilen güçlü bir ideolojik desteğe ihityasçları vardı. Bu ideolojik destek, Nasyonalizm'den başka hiçbir ekol alamazdı. Bu yüzden emperyalistler, batıda Nasyonalizmi yaygınalştırıp bir din ve ideoloji olarak batılılara kabullendirdiler.
Nasyonalizm ekolü, sömürgecilik lehidne üç önemli rol oynamıştır:
a- Nasyonalizm, sömürgeciliğin kaynağı oldu. Nasyonalizm'den kaynaklanan vatanperestlik duyguları, ırk üstünlüğü ve milli bağnazlık inançları, tarih ve kültürle iftiahr etmek; emperyalizme iyi bir zemin oldu.
b- Nasyonalizm, sömürgeciliğin mübeririri idi. Milliyetçilik, sömürgeci batılıların, "milli menfaatler" ve "ülkenin geçmişteki azametini yeniden ihya etmek" adıyla yaptıkları vahşice işleri yorumluyordu.
c- Nasyonalizm, sömürgecilik için kuvvetli bir saik ve sömürgecilerin moralini koruyan bir faktör idi. Nasyonalizm, ırkçı duyguları şiddetlendirmekle, diğer ülkeleri sömürge etmekte önemli rol oynuyordu. İngilizlere, Fransızlara, Almanlara ve diğerlerine, Asya ve Afrika'yı sahiplenmek için aralarında başlıyan şiddetli yarışmada moral veriyordu.
Garbın ünlü düşünürü Francıs Coker bu konu şöyle yazıyor:
"Ondokuzuncu asırda, Nasyonalistlerden birçoğu aşkın taassublar sonucu şöyle söylüyorlardı: 'Üstün tarih ve kültür sahibi, üstün soydan ilerlemiş milletler, kendi yeteneklerini yalnızca ülkelerinin sınırları içerisinde sarf etmemelidirler. Onların, milli görevleri yalnız kendi ülkelerinin istiklâl ve toprak bütünlüğünü savunmayı gerektirmiyor. Onların evrensel bir sorumlulukları vardır. O da, kendi siyâsi otoritelerini, milli kültürlerini bütün dünyada yaymaları ve böylece geri kalmış ülkeleri medenileştirmeleridir, zorla olsa bile.'
Ondokuzuncu asırdaki nasyonalist düşünürlerin yazılarına göz attığmız zaman görüyoruz ki: Onlar; "Bizim milli vazifemiz sadee ülkemizin sınırlarını savunmağı değil, sınır dışlarında, hatta binlerce kilometre uzaklarda bile vatanını azametini isbat etmek için, askeri ve siyasi eylemlerde bulunmayı gerekitriyor" demekteler. Ondokuzucu asrın Nasyonalist ideologlarından biri olan Dr. Bridheget şöyle yazıyor:
"Yalnız ülkenin bütünlüğünü korumakla kalmak yeterli değil. Çünkü uluslararası askeri-siyasi yarışmada geri kalırsak, vatanımızın tarihteki azametini korumakta muvaffak olamayız. Vakıa, genişleme eylemine girişmezsek, milli gururumuz rencide olacak ve ülkelerin ölüm kalım çatışmalarında yok olacağız. Milli gururumuzu koruyabilen tek şey savaşçı ve mâcera peşinde olmaktır."[4]
Nasyonalizm; Darwin'in, daha salahiyetli (güçlü)nin kalabileceğine dair görüşünün siyasi içtimai alanda yayılmasına yardımda bulundu. Almanya'da Ernest Haeckel, "sadece güçlü milletler yaşayabilirler. Bu milletler, geri kalmış zaıf milletleri ezme hakkına sahiptirler." görüşünü halkın arasında yaymağa çalıştı. Milliyetçiliğin başka bir önderi Karl Pearsan, ölüm-kalım savaşını ve neticede güçlünün kalmasını, "uluslararası ilişkilerin doğal kanunu" olarak nitelendiriyor.
Nasyonalistlerin bu tezlerinin sonucu, ondokuzuncu asrın sonlarında tecâvüz mahiyyetinde genişleme eylemlerinden yeni bir dalga başlamasıydı. Gelideston önderliğinde, İngiliz sömürgeciliği, Hindistan ve diğer çeşitli yerleri, İngiltere'nin sömürgeleri hâline getirdi. Milliyetçiliğin büyük önderlerinden Bismarck, Almanya'yı, toprağını genişletmeye teşvik etti. Fransa, Afrika'nın çeşitli yerlerini sömürge alanı yaptı. İngiltere, Suiz mıntıkasını işgal etti. Almanya Berlin'den Bağdat'a kadar "Büyük Arya İmparatorluğu"nu kurmaya kalkıştı. Daha yenş ayakta durabilen Amerika bile sömürge edinme yarışmasına katılarak Filipin ve Uzak Asya'nın diğer bazı mıntıklarını işgal etti. Milliyetçilikten doğan sömürgecilik tamahları sonucu, Almanya'yla Fransa Fas'a; İngitere'yle Rusya ise İran'a hakim olabilmek için birbirleriyle çatıştılar.
İşte bütün bunlar milliyetçiliğin güzelliklerindendir!!!
Sosyal tarih yazarı Jaseph Lighten şöyle söylüyor:
"Ondokuzuncu asrın tarihi, savaş ve sömürgeciliğe yol açan siyâsi-iktisâdi milliyetçilikten ibarerttir. Bu asır da çeşitli ülkelerin genişleme eylemeine başvurmaları ve çıkarlarının birbirine ters düşmesi Nasynalizm'den ileri geliyordu."[5]
Ondokuzuncu asrın ünlü nasyonalistlerinden bazısı, saldırgan sömürgeciliğin yayılmasında baş rolü oynayan cinayetkâr kimselerdir. (Bunların birkaçına değinmek istiyoruz:)
İngiliz nasyonalizminn başta gelen bayraktârı Gelidestan, üçüncü dünya ülkerine tecavüz ederek müstazaf milletleri sömürgecilik boyunduruğu altına aldı. Sömürgeciliği Hindistan'a sokan, Hindistan halkını "belasi savaşı"nda hiç acımadan öldüren Robert Clive ile İngiliz sömürgeciliğini başka yerlere yayan Celil John Rhadez kendi yüz kızartıcı tecavüzlerini Nasyonalizm adıyla yorumluyorlardı.
Böylece, ondokuzuncu asırda sömürgeciler Nadyonalizmi, yaptıkları cinayetlerin yorumlayıcısı olarak kullanmışlar. Demek ki milliyetçilik, sömürgeciliğe karşı olanların değil, emperyalistlerin diniymiş. Kapitalist düzenin istikrârı da, Nasyonalizm ve sömürgeciliğin yayılmasında zarar görmemiştir. Bunların (Kapitalizm, Nasyonalizm, Sömürgecilik) arasında sebep ve sonç ilişkisi vardır. Kapitalizm, -dünyanın en uzak noktalarında bile çapulculuk yaapbilmek ve kendi cinslerine pazar bulmak için- Nasyonalist ekolün yardımıyla, ülkelerin milli politikasını, genişletme politikasına çevirmeye çalışıyormuş.
"Milli üstünlüğü bulmak" adıyla, Nasyonalist sloganlar örtüsü altında, İngiliz sömürgeciliğini Hinistan'da yayağa çalışan "Doğu Hindistan Ticaret Şirketi"; "nasyonalizm, emperyalizm ve kapitalizm"in birleşiminin en açık örneklerinden biridir. Bu konulara ilerdeki bölümlerde daha çok değineceğiz.
4- Nasyonalizm ile Kapitalizm'in Birleşimi:Milliyetçilik, Kapitalizm'in Elinde Bir Araç
Değindiğimiz gibi Nasyonalizmin ondokuzuncu yüzyılda yaygınlaşmasında etkili olan faktörlerden biri, batıda Kapitalizm düzeninin yerleşmesi idi.[6] Nasyonalizm, büyük fabrikatörlerin, sermayedarların elinde, bir yandan -halkı sadece yerli malları tüketmeye teşvik eden milli duyguları uyandırmakla- ürettikleri malların iç pazarda yerlerini korumak için; bir yandan da -milli menfaatler adıyla devlet ve milleti, diğer ülkeleri sömürge etmeye sürükleyerek- ürettikleri mallaraa yeni pazar yerleri bulmak için bir vesile idi. Bu nedenle, milliyetçilik ekolü, ondokuzuncu yüzyılda anamalcılığın gelişmesinden sonra -o zamana kadar görülmemiş bir şekilde- ilerledi.
Dünyayı yutucu anamalcılık, teknikteki gelişmeden sonra istikrâr buldu.
1932 yılında John key'in bulgu ve ihtirâ yolunda başlattığı çalışmalar ile, birinci sanayi devrimi başladı.
Thomas Savery, Thomas newcomen, James Wat, Richard Arkwright, Samuel Crompton, Abraham Derbys, Hery Cort ve Henry Bessemer'in keşif ve bulguları: büyük fabrikaların kurulmasına, milyarder ve maenfaatçi orta kesimin bulunuşuna, dünyayı yutucu Kapitalist düzenin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Bu kapitalist menfaatçi kesim milliyeçiliği, kendi gayri insanı hedefleri uğrunda bir araç olarak kullandı. Fabrikaları ülkenin ihtiyacından daha fazla üretim yapan menfaatçi kesimin asıl sorunu, mallarını satmak için pazar yerleri bulmak ve onu korumak idi. Sermayedâr fabrikatörlerin bütün gayeleri, diğer ulusların anamalcı sanâyi sahiplerinden öne geçmek ve onlardan üstün olmaktı.
Bu sermayedârlar ve sanâyi sahiplerinin iki hedefi vardı:
a- Ülkelerinin pazarının kendilerine inhisârı ve diğer ülkelerin mallarının ithalini önlemek.
b- Dünyanın diğer bölgelerinde yeni pazarlar bulmak. Sömürgeci Kapitalizm, her iki hedefini, nasyonalist duygulardan yararlanarak gerçekleştirdi. Milli duyguların körüklenmesi halkın, kendi ülkerinin mallarını, yabancıların hatta daha iyi mallarına bile tercih etmesine sebep oldu. Kapitalizm, Naaonalizm taassublarından faydalanarak ülkelerin siyasetini -yeni pazar yerleri bulmak için zaruri görülen- sömürgeciliğe doğru yöneltti.
Kapitalistler, Nasyonalizmin yardımıyla dış Kapitalizmin aleyhinde tehdid mahiyyetinde bir takım eylemlere baş vuruyorlardı. Mücâdele, iktisâdi çevreden siyâsi çevreye çekilmişti. Yolculuk ve yabancı malların ithali serbestliğini kısıtlamak ve dilde titizlik; yabancı malların kendi milli pazar yerlerine girmesini önlemekte bir silâh olarak kullanıyordu. [7]
Sermayedârlar diğer ülkelerin mallarının kendi ülkerine girmesini önleyebilmek için "vatan tehlikededir" diye feryâd ediyor ve kendi menfaatlerini milli menfaatler" olarak gösteriyorlardı ve vatandaşlardan "vatan menfaatleri" yolunda bir ordu düzenlemişlerdi. Böylece Nasyonalizm, Kapitalizmin yükseliş döneminde, çeşitli milletlerin sermayedârları arasında çıkan savaşta bir silâh olmuştu.Dünyanın pazar yerlerini kendi ellerine geçirme hırsı, Nasyonalizmi tamamıyla Kapitalizmin hizmetine geçirdi.
Çapulcu kapitalistler, müstazaf kesimlerin arasında tefrika çıkarmak için de, Nasyonalizmi tebliğ ediyorlardı.
Kapitalizm, ondokuzuncu yüzyılda, toplumun müstazaf kesimlerini en kötü şekilde sömürüyordu. Sanayi devrimi ve makinenin çıkması, ticari kapitalizmi sanayi kapitalizmine çevirerek sermayede ve işde tekelcilik meydana getirdi. Böyle olunca da iş gücünden faydalanmak yüz katı kadar arttı, topluma olan zulüm daha korkunç boyutlara ulaştı ve işçilerin kanı emilmeğe başlandı.
Malumdur ki insanlık dışı olan Kapitalist düzen, müstazaf kesimleri cahil bırakmak, onların isyanını önlemek, onları, içindee bulundukları her türlü kötü şartlarda gece-gündüz bir makine gibi çalıştırabilmek için etkin bir sâike muhtaçtı. Nasyonalizm ise bu yönde iyi bir sâik idi. Kapitalizm, yukarıdaki hedefini, "vatan tehlikededir" feryadını yücelterek gerçekleştirebilirdi.
Nasyonalist duyguların uyandırılması, toplumdaki müztazafların dikkatlerini ulusal sorunlara çekerek, toplumsal adâletsizlikleri unutturdu. "Milli birlik" tez'i, onları, kendi menfaatleriyle toplumdaki müstekbirlerin çıkarlarının aynı şey olmadığını anlamaktan alıkoydu.
Yukarıdaki noktalardan başka; vahşice sömürmelerin doğal tepkisi olarak, Avrupa devletlerinde işçilerin mücâdeleleri yavaş yavaş yeni boyutlar kazanmaya başladığında, Nasyonalizm meselesini gündeme getirmek çeşitli ülkelerin müstazaflarının müstekbirler karşısında bir cebhede birleşmesini önlüyordu. Sömürgeciler, ülkelerinin müstazaflarını, kendileriyle birleşmeğe ve diğer ulusların müstazaflarına karşı mevzi almağa sürükleyebilmek için Milliyetçiliği yaymağa koyuldular. Böyle yapmasalardı, çeşitli ulusların müztazafları birleşerek, müstekbirlerin şeytâni komplolarını etkisiz hâle getirirlerdi. İşte bu, tarih boyunca zâlimlerin izlediği "böl-yönet" politikası idi.
Gördüğümüz gibi Nasyonalizm, toplumun mahrumlarını çapul ve talan etmekte Kapitalizmin samimi bir yardımcısı olmuştur.
5- Yirminci Yüzyılda Milliyetçilik
Yirminci yüzyılda nasyonalizm tarihini iki devreye ayırabiliriz:
a-) Yirminci yüzyılın ilk yarısında Nasyonalizm,
b-) Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Nasyonalizm.
Bu yüzyılın ilk yarısında, -ikinci dünya savaşına kadar- Nasyonalizmin en açık örneği, Avrupa ve Japonya'da görüldü. Nasyonalizm, batılı devletlerin ve Japonya'nın bütün dünyayı sömürge yapmayı tasarlamalarına sebeb oldu ve neticede dünya, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlı facaisı içerisinde mahvoldu. Araştırmacıların çoğu, birinci ve ikinci dünya savaşına sebeb olan şeyin, milliyet duygularının kuvvetlendirilmesi olduğu görüşünde birleşiyorlar. Bu devirde nasyonalizmi şiddetle savunan ve bu fikri iktidara geçiren şahıslar şunlardır: İtalya'da Mussolini, Almanya'da Hitler, Arjantin'de Juan Doningo, Portekiz'de Salazar.
İşte budur, Nasyonalizmin insanlığa sunduğu mahsul. Ve bu akım hâlâ devam etmektedir. Zamanımızda bile milliyetçilik ve ırkçılık, Amerika gibi uluslararası saldırganların dinidir.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Milliyetçilik, karşılıklı olarak üçüncü dünya'da başgösterdi. İlk bakışta sömürgeciliğin ortalıktan kalkmasına sebeb olan bir etken olarak görülen milliyetçilik, dikkat edilirse gerçekte sömürgeciliğin hayatını sürdürmesine yardımcı olmuştur. Zira batılıların kültürü ve sultası ile doğuluların dini, gelenekleri, yaşayış ve düşünce tarzları arasında uyuşmazlık olduğundan Milliyetçilik prensibi bu ülkelere girmeseydi de ister istemez sömürgeciliğin aleyhinde isyan olunacaktı. çünkü bu ayaklanma ve isyanın sebebi, halk kitleleri arasındaki din ve dini duygular idi, milliyet duyguları değildi. Fakat bu arada bir avuç aydın, sömürgeciliğin dolaysız yollarla hakimiyetini sürdüremeyeceğini anlayınca, batı değerlerini ve sistemlerini uygulayarak dışarı atılan sömürgeciliğin hakimiyetini bir daha dolaylı yollarla koruyabilmek için çanını çalıp mücadelenin önderliğini ellerine geçirdiler.
***
Çağdaş zamanda sömürgeciliğin silinip atılmasından ve sömürgelerin bağımsızlığa kavuşmalarından sonra bile, Milliyetçilik, başka bir şekilde sömürgeciliğin ve evrensel emperyalizmin hizmetindedir, sadece rolü biraz değişmiş bulunmakta.
Şimdi, sömürgeciler, Millyietçiliği yaymakla, eski sömürgelerin birleşmesini önlemek ve böylece onları zayıf ve güçsüz bırakarak süper güçlere bağımlı etmek istiyorlar. Emperyalistler, müslüman halkları doğrudan doğruya kendi boyundurukları altında tutamayacaklarını ve öte yandan onların birleşmelerinin kendi çıkarlarına zarar getireceğini görünce, daha, yeni bağımsızlığa kavuşan Asya ve Afrika ülkerini güçsüz bırakmak, birini birine düşman etmek ve bunların birleşmesini önlemek için "Vatan-severliği" İslâm topraklarına ihraç ettiler. Bundan dolayı sömürgeciliğin kaldırıldığı her yerde, yönetimin batı hayranı azınlığın eline verildiğini ve İslâmî kuvvetlerin karşısında sömürgecilerin milliyetçi güçleri desteklediklerini görüyoruz. Milliyetçilik ve Sömürgeciliğin arasıdna olan bu bağlantı, önceki gibi sürüp gitmekte. Milliyetçilik, yerleştiği her yerde uluslararası emperyalizme yol açmıştır.
İSLAM VE MİLLİYETÇİLİK - CEMALEDDİN BİN REŞİD رحمة الله عليه
[1] Araştırmacılardan bazısı Milliyetçiliğin başlangıcının Reformation, ve bazısı da 1948 yılında Westphalia olduğunu söylüyorlar. Ama görüş sahiplerinin çoğu, milliyetçiliğin ortaya çıkmasında Fransız devrimini bir dönüm noktası sayarlar.
[2] Salow, Baron Modern Nationalism P43 Newyork 1927
[3] Hans Kohm: The İdea of Nationalism: Astady in it's origin and background P116, Newyork, 1944