MİLLİYETÇİLİĞİN İSLÂM DÜNYASINA GİRİŞ TARİHİ

12-09-2017

MİLLİYETÇİLİĞİN İSLÂM DÜNYASINA GİRİŞ TARİHİ

 

1- Sömürgecilerin İhraç Ettiği Fikir, Milliyetçilik

Milliyetçilik; sömürgeciliğin, İslâm dünyasının birliğini dağıtmak için İslâmi bölgelere soktuğu bir akımdır. Milliyetçiliğin, İslâm dünyasına girmesine, -siyasi ve kültürel sömürgeciliğin saldırısına dâima ortam hazırlamakla görevli olan- bazı batılı düşünürler ve müsteşrikler zemin hazırladı. Batıya bağımlı aydınlar da onun bayraktarı ve yayıcısı oldular.

Sömürgeci devletler, İslâm dünyasının vahdetini (ve batılıların deyimiyle "Pan-islamizm"i) kendi siyâsi ve ekonomik çıkarları için büyük bir tehlike sayıyorlardı. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Seyyid Cemaleddin Esedâbadi, Sultan Abdülhamid ve diğer bazıları, dünya müslümanlarının vahdeti konusunu yeniden gündeme getirdiler.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Türklerin ve Arapların dayanışması, hassâs ve stratejik Ortadoğu bölgesine Batı'nın nüfuz etmesini önledi. Emperyalist güçler, bu dayanışmadan gelen tehlikeyi hissedince, -maalesef başarılı olabilen- yeni bir komplo hazırladılar. O da Türklerin ve Arapalrın içerisinde milliyetçilik (ırkçılık) duygularını kuvvetlendirmek, İslâm dünyasına milliyetçilik akımını sokmak idi. Onlar, bu yol ile Panİslamizm ideâlini yok etmek, büyük Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak ve Ortadoğu'da gerileme dönemini yaşayan Osmanlı gücünün yerine, sömürgeci batı gücünü yerleştirmek istiyorlardı.

Milliyetçiliğin, önce İngiltere'nin ve Fransa'nın sultası altında bulunan İslâmî bölgelerde değil de Osmanlı İmapratorluğunda olan bölgelerde çıkmasına dikkat çekmek istiyorum. İngiltere, sömürgesi olan Hindistan'da, Seyyid Ahmed Han gibi batıcı aydınlar, Milliyetçiliğin ve milliyet duygularının üzeridne durmaya hiç mi hiç lüzum görmediler. Onun için müslümanları, milliyetçilikle değil, ekonomik ve öğretim durumlarını iyileştirme aldatmacasıyla avutuyorlardı. Hatta Hindu'ların kongre partisinin ırkçı düşünceleri karşısında cephe alıyorlardı. İngiltere'nin ve Fransa'nın sultası altında olan Uzakdoğudaki Endonezya ve Malezya gibi halkı müslüman bölgelerde de batıcı aydınlar, Milliyetçilik duygularını körüklemeye hiç lüzum görmediler.

Evet, bu emperyalizme bağımlı aydınlar, yalnız Osmanlı İmparatorluğuna ait ülkelerde, yâni Türkiye, Mısır ve diğer Arap bölgelerinde uıtanç verici milliyetçilik çan'ını müslüman Osmanlı hükümetini yıkıp oralarda sömürgeciliğin nüfuzunu şiddetle çaldılar.

Bu tarihi gerçek, Müslüman ülkelerdeki milliyetçilik bayraktarlarının böle can atmaalrının, bağımsızlık isteğinden değil, başka bir yerden kaynaklandığını açıkça gösterdi. Bu gibi aydınlar, sömürgeci batı devletlerinin elinde, İslâm dünyasının vahdetini parçalamak ve Osmanlı İmparatorluğu'nu zayıflatmak veya devrimek için bir araç idiler, gerçekte.

Bu noktayı gözönünde tutarak iran'daki batıcı aydınların, Milliyetçliği, niçin Türkiye, Mısır, Suriye ve Lübnan'daki arkadaşları kadar şiddetle gündeme getirmediklerini anlıyoruz. Çünkü İran, Osmanlı İmapratorluğu'nun bir parçası değildi. Şia Sünni ihtilâfları yüzünden İran, Osmanlı İmapratorluğu'na dahil değildi. Sömürgeciler de, iran'ın böyle bir birliğe dahil olmadığının farkındaydılar.

Onların bütün çabaları İran'da batı düzenini ve kültürünü yerleştirmeye ve İslâmî bir hükümetin iş başına geçmesini engellemeye yönelikti. Bu yhüzden İran'da en çok meşrutiyet, Demokrasi ve Liberalizm üzerinde duruyorlardı. Talbuf'un ve Mirza Ağa Han-i Kirmani'nin eserlerine şöyle bir göz attığımız zaman, Türk ve Arap aydınlardan çok daha az, "milliyet ve milli birlik" konuları üzerinde durduklarını görürüz. Bu eserlerde hep dini fikirleri ve kanunları bir kenara atıp meşrutiyet, batı liberalizmi ve batı kültürünü tutmak gerekliliği konuları işlenmiştir.

Niçin halkı müslüman bölgelerin içerisinden İstanbul, Kahire ve Beyrut, Milliyetçilik düşüncesinin asıl tecelli ettiği yer oldu? Niçin bu milliyetçiliğe meyletme zamanı, sömürgeciliğin yükseliş dönemi olan ondokuzuncu yüzyıl oldu? Niçin Türk ve Arap kavmiyetçiliği birbirinin aleyhine çalışıyorlardı, Milliyetçilik duyguları, batı emperyalizmi'nin sultası altında bulunan ülkelerde değil de, Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıktı? Niçin -milliyetçi duyguların kuvvetlendirilmesiyle- Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra sömürgecilik, Ortadoğu'yu hemen kendi sultası altına alıverdi? Bütün bunlar, Milliyetçiliğin İslâm dünyasına girmesine batı sömürgecilerinin ne kadar geniş boyutlarda katkıları olduğunu açıkça sergiliyor.

 

2- Mısır Milliyetçiliğinin Kurucuları, Napoleon ve Fransızlar

Müslüman ülkelerde milliyetçilik, ondokuzuncu yüzyıldan itibaren ortaya çıkardı.

Milliyetçilik düşüncesinin girdiği ilk ülkeler, Mısır ve Türkiye idi. Napolyon'un Mısır'a saldırısı, İslâm dünyasının tarihinde bir dönüm noktası ve batıcılığın başlangıcı olarak kabul ediliyor. Daha Fransızların Mısır'da kaldığı kısa sürede batılı düşünceler girmişti, Mısır fikir adamlarının arasına. Abdurrahman Caberti, şeyh Hasan Attar ve diğerleri gibi bazı Mısırlı düşünürlerin, Napolyon'un kendisiyle birlikte getirdiği bilim adamlarıyla temasta bulundular. Öte yandan Fransızların teşviki üzerine, bazı kendini satmış Mısırlılar, batıyla birlikte adım atmaya heveslendiler. Bu önemli nokta, Milliyetçilik her yerden önce Mısır'da çıkmasının ve böylece bu ülkenin Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmasının nedenini açığa vuruyor. Büyük bir ihtimalle, Türk Müslümanlarla açıkça savaşta bulunan, Haçlıların ve Sharlman'ın İslâm karşıtı taassuplarının varisi olan Fransızlar, İslâmi vahdeti parçalamakta ve Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamakta önayak oldular. İngilizlerin diğer Arap bölgelerinde yaptıkları işin aynısını Mısır'da yaptılar.

Napolyon şahsen; Mısır Milliyetçiliğini geliştirmek, Mısırlıları, kendi eski tarihleriyle övünmeğe sürüklemek amacıyla "Mısır kuruluşu" adlı bir müessese kurdurdu. Görünüşte esi Mısır'ın tarihi ve kültürü hakkında araştırma yapan bu kuruluş, gerçekte İslami Vahdet karşısında "Mısırcılığı" kuvvetlendirmek ve İslâm'a bağlılıklarını zayıflatarak Mısır'ı, Osmanlı İmparatorluğundan ayırmak için kurulmuştu. Aynı kuruluş aracılığıyla Clot, Crisy, Linant ve Rousset gibi Fransa'nın bazı ünlü düşünürleri Mısır'a gönderildi. Bunların görevlerinin ne olduğunu tahmin etmek hiç de zor birşey değil. Görevleri, Mısırlıları kendi eski kültürleri olan Firavunlar kültürüyle ve Fransa kültürüyle âşina etmekten ibarettir!

Sylvestre de Socy ve diğer bazı Fransız araştırmacılar, "Firavunlar uygarlığı"nın azameti ve büyüklüğü hakkında kitapalr yazdılar. Tahtavi gibi Mısır milliyetçiliğinin bayraktarları, Sylvestre de Socy'nin kitabı yoluyla kendi ırk, kültür ve vatanlarının geçmişteki uygarlığını keşfettiler.[1]    

Muhtemelen Fransızların etkisiyle Muhammed Ali, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bağımsızlığını ilan ederek ilk defa "Arapların vahdeti"ni gündeme getirdi. Öte yandan da batılı misyonerler ciddi bir faaliyete başlamışlardı. 1863 yılından 1879'a kadar ülkede, Fransa, Amerika, İtalya ve Almanya tarafından yaklaşık 77 okul açıldı.

Sömürgeciliğin bu kadar çalışması sonucu, "Mısır kavmiyetçiliği"nin bayraktarı olan bir grup batıcı aydın ortaya çıktı. Bunlar, "Mısır Batı uygarlığının izleyicisi olmalıdır." deyip durdular. Difaat et-Tahtavi (1801-1873) Mısırlı ilk batıcılardan idi. Bu zat Paris'te kaldığı beş yıl içerisinde Fransa'daki ortamdan etkilenerek Mısır'a döndüğü zaman Montesquieu'nun millet ve vatan hakkındaki görüşlerini yaymaya çalıştı.

Tahtavi kendi meşhru kitabı "Menâhic" de ve diğer yazılarında "Vatan" ve "Vatanseverlik" kelimelerini ardarda kullandı. O, Mısırlıların, diğer müslümanlardan ayrı bir ümmet oldukları ve onların sevgi ve vefakârlıklarının ekseninin vatan olması üzerinde ısrarla durdu. Elbette Tahtavi, milliyetçiliğin İslam ile hiçbir çelişkisi olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu ki bu, boş, münafıkçasına ve aldatmaca dolu bir çalışmaydı.[2] Adı geçen Mısır Milliyetçiliği öncüsü, Mısır'ın çöküş ve gerilemesinin sebebini, Memâlik gibi Mısırlı olmayan müslümanların hükümeti biliyorlardı. Fakat öte yandan utanmadan Fransızları ve genelde batılıları, sömürgecilik mazharı değil, bilim, medeniyet ve kültür simgesi bilip "Mısır, batının izleyicisi olmalıdır!" diyorlardı.

Mısır kavmiyetçiliğinin öncülerinden biri de Yakup Dav idi. Dav'ın babası yahudi, annesiyse İtalyalı idi. Paris'te uzun bir müddet yaşayan Dav', Fransız uşaklarından biriydi. Dav', Paris'te, "Mısır vatan-perestliğinin" revaç bulmasımı sağlamakla yükümlü "el-Vatanü'l-Mısri" dergisini yayımladı. Mısır milliyetçiliğinin kurucularından olan bu Zat'ın, İngiltere'nin Mısır'daki temsilcisi Kromer samimi ve yakın dostluğu vardı.

Mısır kavmiyetçiliğinin bayraktarlarından bir başkası Taha Hüseyin de, kendini kaybeden batıcılardan idi. O, "el-Müstakbel el-sakafet" kitabında Mısır'ın İslâm dünyasıyla değil, Avrupa'yla bağlantısı olduğunu ispatlamaya çalıştı.

Taha Hüseyin zamanında milliyetçi güçler "Vafd Partisi" öncülüğünde Mısır'ın siyâsi sahnesinde nüfuz sahibi oldular. İngiltere'nin uşakları olan "Vafd Partisi"nin önderi ve diğer milliyetçi politikacılar, siyâsi bağımsızlığı sadece Avrupalılaşabilmek için istiyorlardı.

Ve... işte böylece Mısır'da milliyetçilik doğup yayıldı.

 

3. Milliyetçilik Akımının Girdiği İlk İslâmî Ülkelerden Biri Türkiye:

Ünlü müsteşrik Bernard Lewis, Türk milliyetçiliğinin üç Avrupalı yahudiden kaynaklandığına işaret ediyor.[3]

Türk-millyet duygularını körüklemeye çalışan ilk şahıs, Arthur Lumley David (1811-1832) idi. İngiltereli bir yahudi olan David, Türkiye'ye gitti ve orada "İlkel Araştırmalar" adında bir kitap yazdı. David bu kitapta Türklerin bağımsız, Araplardan ve diğer Doğu milletlerinden üstün olduklarını isbatlamaya çalıştı. Lewis bu konuda şöyle diyor:

"Bu İngiliz yahudinin yazdığı kitap, Türklerin dikkatlerini bağımsız bir millet olduklarına çekti."

Batılı düşüncelerin yayılmasından önce, Osmanlı İmparatorluğu'nda milliyetçilik akımından hiçbir eser görünmüyordu. Hatta son yüzyılın başlangıcına kadar Türkler, Arapları; Araplar da Türkleri kendilerinden aryrı (yabancı) saymıyorlardı. Araplar aynı dine inandıkları için Osmanlı İmparatorluğu'ndan bir parça olmaya razıydılar. Türkler de genelde onları ağırlıyorlardı. Özellikle Arab kültürü ve dili fazilet sayılıyordu, onlara. Hatta Abdülhamid gibi bir sultanın, Ebulhuda ve İzzet Paaş gibi Arap müşavirleri vardı. 1908 yılında Abdulhamid'in aleyhinde yapılan ihtilâlde de en azından iki Arap subay (Aziz Ali Mısri ve Muhammed Şevket Paşa) ihtilâl liderlerinden idiler. Ne var ki bu gibi kitapların yayınlanması, gittikçe, bağımlı aydınları ve "Yeni Osmanlı" liderleri gibi politikacıları kavmiyetçiliğe meyillendirdi.

1851 yılında Fuad ve Cevdet Paşa, David'in yazılarının bir çoğunu Türkçe'ye çevirdiler. 1869 yılında Ali Savi adında birisi, David'in eserlerinde iktibâs edilen ve Türk soyunun geçmişteki azamet ve büyüklüğünden söz eden Türkçe bir risâle yayınladı. Bu; Osmanlı İmparatorluğu'nda tamamen yeni ve görülmemiş bir eğilim olan kavmiyetçilik eğilimini açığa vuran ilk yazılardandır. Lewis'in deyişiyle; "Böylece Türkler, kendi milliyetlerini, batılıların yazılarını kopya ederek batılılardan almış oldular."[4]

Fransız yahudi yazar David Leon Cohur, türk kavmiyetçiliğini çıkarıp yaymakta önemli katkısı olan şahıslardan bir diğeridir. O, 1899 yılında "Introductian generale a le histoire de Asea" adında bir kitap yayınladı. Bu eserinde, Türklerin ırk üstünlüklerinden ve tarih boyu yaptıkları kahramanlıklardan söz etti. Adı geçen kitap, yirminci yüzyılın ilk on yılında Türkçeye çevrilerek çok tirajda yayınlandı. profesör Huduri ve Bernard Lewis, 1908 devrimini yapan "Jön Türkler Hareketi"nin pan-türkizme eğilmesine sebep olan şahsın, bu yahudi olduğuna inanıyorlar.[5]

Cohur, mzkur kitaptan başka, Türklerin geçmişteki azameti ve kahramanlıkları hakkında birkaç öykü de yayınladı. Malumdur ki bu yahudinin, türk ırkını medhetmekten amacı, ırkçı duyguları geliştirmek ve Türklerle diğer ırklar arasındaki dayanışma duygusunu gevşetmek idi. Cohur, yalnız yazılarıyla kalmadı; Paris'te sürgünde olan Türklerden ve Mısırlılardan oluşan bazı cemiyetler kurarak fiilen bu ülkelerde nasyonalist hareketin temelini atmaya çalıştı.[6]

Ancak herkesten çok, Türk ve Arap kavmiyetçiliğinin çıkmasında rolü olan şahıs, ünlü müsteşrik Arminius Vambery (182-1918) idi. Vambery, Macaristan Yahudi dinadamlarından birisinin oğluydu. O, Türk milliyetini diriltmek zarureti hakkında birçok eser yayımladı; Türk dili ve edebiyatı üzerinde de çalıştı. O'nun eserleri, Batı yanlısı Türk aydınlar tarafından ilgiyle karşılanıyordu ve onları "Vatan-perstliğe" itiyordu. Vambery, Türkiye'nin yüksek rütbeli devlet adamları ve siyasetçileri ile yakından tanışırdı.

Yahudilerin kavmiyetçi duyguları körüklemekle takip ettikleri hedeflerden biri, Filistin'in işgali için zemin hazırlamaktı. Yahudiler, Filistin topraklarının göçmen yahudilere bırakılması üzerine Sultan Abdülhamid ile yaptıkları neticesiz temastan sonra, bu hedeflerime yetişebilmek için tek yolun, Abdülhamid'i devirmek, İslâm dünyasını parçalamak ve Arap-Türk vahdetini kırmak olduğunu anladılar.

Siyonizm, kavmiyetçiliği ve kavmiyetçileri desteklemekte ve "Jön Türkler" hareketini krumakla önce Sultan Abdulhamid'in azledilip zindana düşmesine, daha sonra Türkler ve Araplar'ın birbirlerine karşı kin bağlayıp düşman olmasına sebep oldu[7]

Emperyalizmin ve siyonizmin bu komplosu neticesinde 1908 devrimine ve Sultan Abdulhamid'in azledilmesine yol açan kavmiyetçi "Türk Gençliği Hareketi"ne mensup olanlar, "Turancılık" siyasetine ve Türk ırkının üstünlüğü inancına bağlandılar. Arap düşmanlığı siyasetini başlattılar. Arapların kültürel encümenlerini ortadan kaldırdılar. Araplara ve türk olmayan diğer uluslara karşı ayırım yaptılar. Bunların, bu tür eylemleri -İngiltere sömürgeciliğinin dolaysız komploları yanı sıra- Arap kavmiyetçiliğinin çıkmasında önemli bir etken sayılıyor.

İşte, böylece, bir taşla iki kuş vurmuş oldu, siyonizm ve emperyalizm, hem Türk kavmiyetçiliğini ve Araplara karşı ayırımı; hem de Arap kavmiyetçiliğini ve Türklerle düşmanlığı icad ettiler. O zamana kadar Araplar, kendilerini başka bir kavim hissetmiyorlardı. "Jön Türkler" Türk kültürünün diğer kültürlerden üstün olduğunu iddia edince, Araplar da kendi müstakil hüviyetlerinin üzerinde durmaya başladılar. Arap kavmiyetçiliğini çıkaran, -İngiltere emperyalizminin, buna doğrudan doğruya teşvik ve yardımda bulunmasıyla birlikte- "Jön Türkelrin" ırkçı siyaseti idi, gerçekte.[8]

1908 devriminden sonra, bir yandan Jön Türkler, Türk kavmiyetçiliğini açığa vurup, kitle haberleşme araçları ile yaydılar. Öte yandan Türkiye'ye Arap ülkelerinden vurulan darbeler, batı öğretim düzeninin yaygınlaşması ve Türk öğrencilerinin batıya gönderilmesi, Türk Kavmiyetçiliği cereyanını hızlandırdı. Hatta Namık kemal (1840-1888), Ziya Paşa (1825-1880) ve Cevdet Paşa (1823-1898) gibi bazı Müslüman aydınlar, İslam'ı Kavmiyetçiliğe katarak karma bir inanç çıkarmaya çalıştılar. Ancak bu çalışma, ilk baştan yenilgiye uğramaya mahkumdu. Çünkü İslâm'la kavmiyetçiliğin hiç mi hiç birleşme noktası yoktu. Kavmiyetçiliğin yükseliş akımı ve batılıların çalışmaları, Kemal Atatürk'ün başa geçip laikliği ilan etmesiyle ve sömürgeciliğin şeytani komplolarının son hedefi olan Türkiye'nin tamamen batıya bağımlı olması ile sonuçlandı. Batı hayranı aydınlar, bu akımın itibar kazanmasına ve tebliğine devam ediyorlardı. Üstelik onlar, artık Atatürk'ün ve varislerinin otorite ve diktatörlüğüyle de destekliyorlardı. Ünlü batı hayranlarından Türkçülük akımının en büyük teorisyeni Ziya Gökalp'in, batılıların tezlerini kopye etmekten başka bir işi yoktu. Batı kültürü, bu zatın inanç kıblesi idi. Nihayet milliyetçilik, Türkiye'nin Nato üyeliğine girmesine ve böylece siyâsi ve kültürel bağımsızlığını yitirmesine yol açtı.

Bu da kavmiyetçiliğin Türkler arasında çıkıp yayılmasının kısa bir öyküsü.

 

4- Arap Kavmiyetçiliğinin Bayraktarı İngiliz Sömürgeciliği

Batı düşüncelerinin ve sömürgeciliğin yayılmasından önce, Kavmiyetçilik düşüncesinden hiç eser yoktu, Arap bölgelerinde.

Hicri onuncu yüzyıldan (M.S. 16. yüzyıl) itibaren Arap bölgeleri, yavaş yavaş Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altına girdi. Böylece Ortadoğu'daki İslâmî bölgelerin hemen hepsinin arasında bir vahdet kurulmuş oldu.

Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyeti döneminde (yirminci yüzyılın öncesine kadar) Arap kitleleri, Türklerde kendileri arasında herhangi bir yabancılık hissetmiyorlardı. Aksine müslüman Türk ve Arap bölgelerinin vahdetinden tamamen razıydılar. Osmanlı Sultanını, müslümanların gerçek lideri olarak tanıyorlardı. Osmanlılar da -değindiğimiz gibi- Arapların aleyhinde ayrımcılık yapmıyorlardı. Hatta Arap bölgelerinin her birisinde, o bölgenin ahâlisinden bir vali tayin ediyorlardı.

Fransa sömürgeciliği, önce Kavmiyetçilik ve ayrılık tohumunu Mısır'da serpti; sonra siyonizm ve emperyalizm, şeytanlıkla ırkçı taassupları türklerin içerisine soktu. İlk defa Arapların aleyhine şiddetle ayrımcılık yapan Yeni Osmanlıkar (Jön Türkler)'i başına geçirdi.

Bu akımla paralel olarak, sömürgeciler, özellikle İngiltere sömürgeciliği; misyonerler, hıristiyan Araplar ve batıcı aydınlar vasıtasıyla Milliyetçiliği ve ırkçı taasupları, Arapların içerisinde yaymak için şiddetle çalışıyordu.

Arap milliyetçiliği, Mısır'dan sonra Suriye, Lübnan ve Ürdün'de ortaya çıktı. Bu bölgelerde misyonerlerin çalışmaları her yerden daha çoktu. Yasui Katolik Grubu'nun üyeleri 1830 yılında, protestanlar ise 1820 yılında Şamât'a girmişlerdi. Bu bölgelerdeki hıristiyan topluluğu, sömürgeciliğin desiselerini uygulayan asıl âmil oldu. Hıristiyan Araplar, batının nüfuzunun, müslümanlar arasına sızmasını, kendi menfaatlerine uygun sayıyorlardı. İngiltere ile Fransa sömürgeciliğini, müslümanların karşısında bir sığınak kabul ediyorlardı. Bunlar, "Evrensel İslâm Ümmeti" ülküsünün yayılması karşısında çok hassasiyet ve titizlik gösteriyorlardı. Çünkü aksi takdirde bunlar, "azınlık" şekline gelirlerdi, böyle bir vahdet gerçekleştiği takdirde... Oysa, eğer vahdetin ekseni İslâm değil, Milliyetçilik olursa -hiç kimse müslüman ve hıristiyan olmayıp Arap olduğu için- azınlık sayılmaları gibi bir de, batıda öğrenimlerini tamamlayıp, sömürgecilerin güvenini kazandıkları için, ülkelerinin liderliğini ellerine almayı bile ümid ediyorlardı.

Arap hıristiyanlar, ilk baştan da Arap müslümanların karşısında batı devletlerinden yardım istiyorlardı, aslında. Mesela: 1860 dâhili savaşında, avrupalıları, Lübnan'a ordu çekmeğe davet ettiler. Ancak bu tavır, uzun süre içerisinde hıristiyanların meselesini halledemezdi. Çünkü bu tavır, müslümanların kötümserliğine sebeb oluyordu. Bu yüzden hıristiyanlar, sömürgeci ağalarının emriyle yeni bir çare düşünerek, Milliyetçiliği sokmakta önayak oldular.

Başta gelen nümunelerden biri, Arap Milliyetçiliği'nin kurucularından sayılan necib Azûri idi. O, hem Fransa'nın, hem de İngiltere'nin uşağı idi. Azûri, 1904'te Paris'te "Arap Milletinin Uyanışı" adında bir kitap yayımladı. O'nun Paris'te yaptığı diğer bir iş, "Arap Vatan Birliği" adında bir encümen kurmak ve bu encümenin yayın organı olarak "Arap İstiklâli" adıyla bir aylık dergi yayınlamaktı. Bu aylık dergiyi yayınlamak da, Fransa Dışişleri Bakanlığı'nın memurlarından olan ve Arap milletini öven, "Arap Kıyâmı" kitabının yazarı Eugenc Jung, onunla yakından işbirliği yapıyordu. Adı geçen dergide durmadan tekrarlanan konulardan biri; Arap ve Türklerin arasındaki ırksal, kültürel ve siyâsi farklılıklar, Arap kavminin türklerden üstün oluşu ve Arapların osmanlı imparatorluğundan ayrılmasının gerekliliği.[9] Azuri ve Jung'a göre Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması, ancak Arapların, kürtlerin ve ermenilerin ayaklanmasıyla gerçekleşebilirdi.[10]

Azûri'nin uluslararası siyasetteki görüşleri de, O'nun İngiltere ve Fransa'ya bağımlılığını açığa vuruyordu. O, Türklerin karşısında İngiltere ile dostluk kurma yanlısıydı. Bu nedenle İngiltere'ye bağımlı "Muhammed Vahid Bey" partisini ve "el-Haktetim", "el-Vatan" gibi gazeteleri destekliyordu. Osmanlı'yı destekleyen Almanya'yı beşeri toplumlar için bir tehlike; İngiltere ve Fransa'yı ise evrensel adâletin bayraktarı olarak niteliyordu. Ve bu iki sömürgeci gücü, Arapların lehine osmanlının içişlerine müdahele etmeğe teşvik ediyordu.

Azûri ile Jung'un işbirliği, Fransa'nın para ve silah yardımıyla, Osmanlı İmparatorluğu'nun içerisinde gönüllü olarak bir kıyam ve ayaklanma tertiplemeğe hazır idi. Dr. Hamid İnayet bu konuda şöyle yazıyor:

"Azûri İngiltere ve Fransa'ya karşı vefâkar olduğunu ve onların doğudaki menfaatlerinin korunmasını istediğini defaatlarca hatırlatarak 'Fransızlar, bize yardım edip istediklerini istesinler bizden!' diyordu."[11]

İşte bu Azûri denilem şahıs, Arap kavmiyetçiliğinin kurucularından, İngiltere ve Fransa gibi büyük güçlerin uşağı idi.

Azûri'den başka, Petros Bastanî, Nasıl el-Yezcî, İbrahim el-Yezcî, Nafel Nafel, Selim Nafel, Mikail Şemhâde, Sem'an Kelhun, Circis Feyyaz, Arslan Dimaşki ve Emperyalizme bağımlı olan Hıristiyanlardan diğer birçokları da Aerap Kavmiyetçiliğini yaymak için çalıştılar. Bu Arap Kavmiyetçiliğinin bayraktarları, Araplara, diğer müslüman halklardan farklı ve seçkin olduklarını kabul ettirme görevini üstlenmişlerdi. Bu hedeflerine ulaşmak için tarihi tahrife koyuldular; İslâm dinini, kültürünü ve medeniyetini, Arap dini, Arap kültürü ve Arap medeniyeti olarak tanıttılar; ki bu, İslâm'a karşı büyük bir hıyanettir. Bunların, Arap kavmiyetçiliğini isbatlamak için kullandıkları usul ve mefhumlar, batı kültürü ve düşüncesinden bir iktibâs ve alıntıdan başka birşey değildi.

 

Arap Kavmiyetçiliğinin İki Şekli:

a-) Mısır, Suriye, Irak ve diğer kavmiyetlerin üzerinde durulması,

b-) Arapların vahdeti veya "Arap Kavmiyeti" üzerinde genel olarak durmak.

* * *

Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltere doğrudan doğruya ve açıkça, Arap Kavmiyetçiliğinin bayraktarı ve himayecisi olarak meydana girdi ve Türk-Arap düşmanlığından kendi menfaatine yararlandı. Arap Kavmiyetçiliğinin başlangıcı sayılan, Ürdün Şahı Hüseyin'in ceddi Şerif Hüseyin'in kıyâmı, İngiltere'nin müdahalesinin bir neticesi idi. Arap kavmiyetçiliğinin yayılması, İngiltere ve Fransa devletlerinin ayağını, Arap bölgelerine açtı ve kanser tümörü İsrail'in Arap ülkelerinin kalbinde oluşmasına sebeb oldu.

Arapların Türkler aleyhinde milli isyanını başlatan Şerif Hüseyin'in en büyük destekçisi İngilizler idi.

Şerif Hüseyin'in sömürgeci İngilizlerle yaptığı işbirliği birçok yönden ibret vericidir:

1914 de -Şerif Hüseyin'in oğlu ve Ürdün Şahı Hüseyn'in babası- Abdullah aracılığıyla, İngiltere'nin meşhur serdarı Kitchner'in ve Şerif'in arasında doğrudan doğruya bir temas kuruldu. Bir müddet sonra Kitchner, yüksek rütbeli subaylardan Ronald Stors'u Abdullah ile görüşmeye gönderdi. Bu sırada Dünya Savaşı başladı. Artık İngiltere Savaş Bakanı olan Kitchner, 1914 Ekim ayında Abdullah'a birer mesaj göndererek Arapların, Türkler karşısında kurtuluş savaşını başlatmalarını istedi.

Kitchner, Şerif'e, İngiltere, Arapların bağımsızlık mücadelesini destekleyeceğine ve hatta dünya müslümanları hilâfetinin Türklerin elinden çıkıp Araplara geçmesi ve bu arada Şerif'in halife olması için çalışacaklarına dair söz vermişti.

Şerif Hüseyn -bu din kılıklı kavmiyetçi- Arap bağımsızlığı adıyla emperyalizmin planını uyguladı; Türkiye'ye, İngiltere ve Fransa'yla savaştığı zaman arkadan hançer vurarak Arapları, Müslüman Türklerin aleyhine ve İngiltere'nin lehine kışkırttı. İngiltere sömürücülerinin generali Mcmohan, Şerif'e bir mektup göndererek "kahraman Arap milletinin bağımsızlık mücadelesinde" oynadığı belirleyici rolü için takdir ve teşekkürlerini bildirdi. Bu mektup, İngiltere Dışişleri Bakanlığı arşivinde mevcuttur.

Şerif, 21 Haziran 1915'de Mcmohan'a gönderdiği mesajda İngiltere'den, hilâfetin Araplara geçmesini desteklemesini istedi. 10 Haziran 1916'da Şerif Hüseyn'in öncülüğünde İngiltere'nin silâh, mühimmat ve siyasi-askeri yardımıyla "Arap Milli Kıyamı" başladı. Arapların bu kavmiyetçi kıyâmında, İngiltere devletinin görevlisi T. E. Lawrence, Şerif Faysal'ın baş müşaviri idi. Bir yandan Arapların kurtuluş ordusu! Türklere saldırdı. Öte yandan İngiltere kuvvetlerinin komutanı general Allenby, Filistin'de ilerlemeler yaptı.

Böylefe Arapların kavmiyetçi mücadelesi, İngiltere'nin askeri yardımıyla ilerledi!!!

Fakat İngiltere ve Fransa sömürgecileri, Arapları istiklâl savaşına sevkettikleri, Şerif Hüseyin ve Arap kavmiyetçilerinin "el-Fetat" ve "el-Ahad" gibi kuruluşlarının enmperyalizmin planlarını uyguladıkları zamanda, İngiltere ve Fransa gizlice Arap bölgelerini, kendi aralarında bölmekle meşgul idiler. Gizli Sykes-Picot Antlaşmasını ve Balfur beyannamesini imzalamaları, Arap ülkelerini kendi aralarında bölmek ve İsrail'i icad etmek içindi.

Türklerin aleyhinde kavmiyetçi duyguları şiddetlendirmekle Fransa; El-Cezâir, Tunus ve Fas ülkelerini; İtalya, Libya'yı; Rusya, Ermenistan'ın bazı kısımlarını işgal etti. İngiltere ise, Mısır, Kıbrıs, Aden, Fars Körfezi Beylikleri, daha sonra Suriye, Lübnan ve Irak'ı işgal ederek kanser tümörü İsrail'i, Arap dünyasının tam göbeğinde icad etti!

Bu da işte, Kavmiyetçiliğin Arap ülkelerinde ortaya çıkmasının elem verici öyküsü!!!

 

SONUÇ:

Böylece görülüyor ki:

Kavmiyetçilik, başta misyonerler, ingiliz ve Fransız müsteşrikler olmak üzere batılılar eliyle İslâm ülkelerine girip, daha sonra emperyalizmin komplolarına uygun olarak yayılmıştır.

Her zaman sömürgecilerin hizmetinde olan Kavmiyetçilik, İslâm dünyasının vahdetini kırmak ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yok etmek için bir vesile ve araç idi. Hıristiyan ve Yahudi azınlıklarıyla batıya bağımlı aydınlar, emperyalizmin bu hususta planının asıl uygulayıcıydılar.

İslâmî bölgelerde ün kazanan Kavmiyetçilik bayraktarlarının, öncülerinin hepsi, batı hayranlarıydı. Bunlar, fikir ve inançlarını batılılardan alıyorlardı. Bunlar, fikir ve inançlarını batılılardan alıyorlardı. "Vatan" ve "Vatan-Perestlik" kavramlarının, Arapların, Türklerin ve İranlıların arasında itibar kazanması, batı düşüncelerinin girmesinin bir sonucuydu. Batı örneklerini "milli" etiketle taklidden ibaret olan Kavmiyetçilik, sonunda ülkelerin ya batıya, veya doğuya bağımlı olmalarına sebep olmuştur. Arap ve diğer İslâm halklarının kavmiyetçiliğini, -o parlak sabıkalara sahip olan (!): Fransa ve İngiltere'nin desteklemesi, hâlihazırda Türkiye ve İran'ın kavmiyetçi güçlerinin en büyük destekleyicisinin Amerika; Baasçıların ve bazı Arap ülkelerinin ise Rusya olması, bunu açıkça ortaya koyuyor.

Burada bir önemli soruyla karşılaşıyoruz:

Batılıların, kendini kaybetmiş aydınlar aracılığıyla İslâm ülkelerine soktukları Kavmiyetçilik, nasıl oldu da Müslüman kitlelerin bir kısmının kabulüyle karşılaşıp yayıldı?

Cevabına gelince...

Halk kitlesi, "Vatanı sevmek" ile "kavmiyetçilik" arasındaki farkı anlayamamışlardı. Kitlelerin yanında Kavmiyetçilik, "İslâmi Ümmetçilik" ile eşit idi. İslâm ilk baştan, ÜMMET" mefhumunu icâd etmiş, dünyayı, "Darul-islâm" ve "Darul-Harb" olmak üzere ikiye ayırmıştı. Kitleler, Kavmiyetçiliği bu İslâmî düşünceyle eşanlamlı zannetmişler ve bu yüzden kabul etmişler, onu.

Mısırlı bir müslümanın, Mısırlı Kıpti hıristiyanları kendi milliyeti havzasından hariç sayması veya Türkiye müslümanlarının, Türkiye Ermenilerini her zaman yabancı saymaları, bu iddiamıza en iyi delildir.

Halk kitlesi, -kavmiyetçilik bayraktarlarının ve aydınların aksine- batıya hayran oldukları veya emperyalizme bağımlılıkları için değil, toplumda zulmün veya İngiltere ve Fransız sömürgeciliğinin karşısında bir tepki olarak kavmiyetçiliğe bağlandılar. Halk kitlesi için kavmiyetçilik bir "his" idi, bir ekol değil. Fakat batı hayranı aydınlar ve bağımlı siyasetçiler, O'nu, bir "siyasî mezhep" ve "ideoloji" olarak kabul etmişlerdi.

 

 

İSLAM VE MİLLİYETÇİLİK - CEMALEDDİN BİN REŞİD  رحمة الله عليه

 


[1] M. Sabry: L'Empire egyptian sour mohammad Ali P579 Paris, 1930)

 

[2]Tahtavi'nin kavmiyetçi düşünceleri hakkında daha çok bilgi isteyenler, Hamid İnayet'in yazdığı "Seyri der Endişe-i Siyasiyi Arab" kitabına baksınlar; s. 34-35

 

[3] Bernard Lewis: İslam in History P132, London 1973

 

[4] Bernard Lewis: İslam in History P132, London 1973

 

[5] Huduri: Nationalism in Asea and Africa P159, Huduri üçüncü dünya ülkelerinde kavmiyetçiliğin kurucusunun batılılar olduğunu, delilleriyle isbatlamıştır. Ve Bernard Lewis: İslam in History P132

 

[6] Cohun'un hayatı ve çalışmaları hakkında bkz: Yahud Ansiklopedisi, Zodic Kahm'dan bir makale s. 61, ve Turkism and The Soveits P141 London. Yazar: Hatler.

 

[7] Siyonizm'in ve diğer batılıların Türk Kavmiyetçiliğinin çıkıp yayılmasındaki rolleri hakkında bakınız: Mardin: The Genesis of Young Ottoman Thought: A Study İn The Modernization Of Turkish Political İdeas (Princiton N.J 1962, P250

Harold Boven: British Contnbution to Turkish Studies London, 1945, P43-4

 

[8] Bakın: The Emergence of Arab Nationalism, s. 71, Zein Nzein'in eseri.

 

 

[9] Bkz. Sâtu-l Hasri: El-Bilâdu-l Arabiyye ve-d-Devletu-l Osmaniyye. B. Dâru-l İlim el-Melain, beyrut 1960, s. 126

 

[10] Le Reviel de la nation arabe, Azûrinin eseri, s. 2209

 

[11] Seyri der Endişe-i İslâmi Arab: 228-234

 

 


RISALE

ZÄHLER

Heute 731
Insgesamt 4694273
Am meisten 42997
Durchschnitt 1753