İSLÂM AÇISINDAN DEMOKRASİ

12-09-2017

İSLÂM AÇISINDAN DEMOKRASİ

 

Demokrasi aslında ferdin diktatörlüğüne, sınıf ya da belli bir ailenin hâkimiyetine set çeken bir yönetim biçimidir. Milleti veyahut da milletin büyük bir çoğunluğunu idarede, yönetimde ortak kılmaktır. Daha doğrusu idareyi milletin bir grup temsilcisine teslim etmektir. Bu suretle demokrasi dikta idaresini tasfiye eden bir yönetimdir.

Buraya kadar güzel! Fakat demokrasi, Avrupa menşeli bir rejim olduğuna göre İslâm'ın kabul etmediği bir felsefeden doğmuştur. Ve o felsefe onun temel taşıdır. Evet, demokrasi rejimine göre devlette fert esastır. Devlet ferdin maslahatı için vardır. Fert bütün tasarruflarında –ister iktisadî olsun, ister ahlâkî, ister fikrî– mutlak bir hürriyete sahiptir. Devletin yegâne vazifesi de fertlerin hürriyetleri çatışmasın diye hürriyetleri düzenlemektir. Bu felsefe İslâmî görüş ve anlayıştan çok uzaktır. Zira demokrasiye temel teşkil eden felsefe, fikrî sahada iman ile küfrü, ahlâkî sahada hiçbir hudut tanımamak ile fazîletlere bağlı kalmayı ve iktisadî sahada da aşırı sermayecilik ile cemiyetin maslahatı için hudutlandırılmış sermayeciliği bir görür. Her iki zıdda da aynı müsamahayı gösterir.

İslâm ise dinsizliğe, rezalete ve zulme müncer olan mutlak hürriyete kat’î surette müsaade etmez. Ve bunca zıt temayülleri aynı muameleye tâbi tutmaz.

Mesela İslâm, iktisadî meselelerde en adaletli bir görüşe sahiptir. Zira İslâm, ne kapitalist düzen gibi toplumun hakkını ferde yedirir ve ne de sosyalist rejim gibi ferdin hakkını topluma peşkeş eder. Her ikisinin de hakkını muhafaza eder, bu bir!..

İkincisi demokrasi denilen rejim temelde, ana fikirde İslâm'la çatışır, İslâm'a zıt düşer. Çünkü demokrasi diyor ki: "Kanunları vazeden de beşerdir, tatbik eden de!" Yani beşer evvela kanunları çıkarır, sonra çıkardığını uygular. Demek demokrasi, rejim (kanun çıkartma) yetkisini insanlara verir. Bu hakkı Allah'a değil, insanoğluna tanır!

İslâm ne diyor? İslâm'ın dediği de şudur: Kanunun vâzı’ı (koyan) Cenâb-ı Hak'tır. Beşer ancak o mevcut ilâhî nizâmın tatbikçisidir. Demek İslâm'a göre, kanun çıkartma yetkisi Allah'a mahsustur!..

Görülüyor ki, demokrasi Allah'ın hâkimiyetini de reddeder. Evet, kanunların kaynağı olan Allah'ın kitabı, hakem ve merci olarak kabul edilmezse Allah'ın hâkimiyeti reddedilmiş olur, hâkimiyet diye bir şey kalmaz. Hülâsa demokrasi rejimi kökte, temelde ve sonuçlarda İslâm'la çatışır ve İslâm'a son derece ters düşer. Müslüman, İslâm ile demokrasiden hangisini alırsa öbürünü reddetmiş olur. Kişi Müslüman olarak ikisinin arasını cemedemez, ikisini mezcedemez. Çünkü zıt şeylerdir! Artık her şey buna göre...

Yukarıda temas ettiğimiz gerçek, dost ve düşmanca da malûmdur. Mesela D. Fetra Cral da diyor ki: "İslâm sadece ibadet değil aynı zamanda idari bir nizâmdır da!" Dr. Schacht, "İslâm ibadetten ziyade birtakım hukukî ve idarî nazariyeleri temsil etmektedir!" diye konuşur.

Hülâsa-i kelâm, İslâm son derece ilmî ve mükemmel bir nizâmdır, dini de devleti de kucaklamıştır!

 

YA İMAN, YA KÜFÜR!

 

İslâm'da devlet, aynı zamanda bir iman meselesidir. Bir Müslüman, ya İslâm'ın devlet nizâmını nizâmların güzeli, hükümlerin sağlamı, kanunların üstünü kabul edip imanını muhafaza edecek, ya da insan yapısı kanunları tercih edip, üstün görüp kâfir olacaktır. Bu ikisi arasında üçüncü bir şık yoktur!..

Çünkü burada bir tercih meselesi var; üstün görüp görmeme, beğenip beğenmeme, isabetli görüp görmeme, güzel görüp görmeme, yeterli görüp görmeme ve nihayet kabul edip etmeme meselesi vardır. Bir Müslüman Allah nizâmını beşer nizâmından aşağı göremez, görürse kâfir olur. Allah nizâmını beğenmezlik edemez, ederse kâfir olur. İsabetsiz göremez, görürse kâfir olur. Güzel değildir diyemez, derse kâfir olur. Kabul etmiyorum diyemez, derse kâfir olur...

İki kimse namaz kılmıyor. Bunlardan biri kâfır olur, diğeri fasık olur. Neden? Çünkü birincisi namazı beğenmemiş, isabetsiz görmüş ve kabul etmemiştir. İkincisi ise, namazı beğenmiş, kabul etmiş, fakat kılmamıştır. Bir başka ifade ile birincinin namazı terk etmesinin sebebi, namazı yersiz görmesidir. İkincisinin ise tembelliği veya başka bir işle meşgul olmasıdır.

Tarihten İki Misâl

Bunlardan birisi Hz. Âdem, diğeri de iblistir. İkisi de kendilerine verilen talimata uymadılar. Fakat bunlardan biri (Âdem) âsi (günahkâr) oldu, ikincisi (iblis) kâfir oldu. Neden? Çünkü Hz. Âdem, Allah'ın emrini isabetli ve haklı, kendisini hatalı ve haksız buldu. İblis ise kendisini haklı, Allah'ın emrini hatalı gördü. Bu husustaki Kur'ân âyetleri şöyle:

"Onu hatırla ki, meleklere, "Âdem'e hürmet olarak secde edin!" demiştik de, bütün melekler secde etmişlerdi. Ancak iblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi de kâfirlerden oldu." (Bakara Sûresi, 34)

"Ve biz demiştik ki: "Ey Âdem! Sen eşinle cennette sakin ol. Onun nimetlerinden ikiniz de bol bol yiyin, fakat şu ağaca yanaşmayın. Yoksa zulmedenlerden olursun." (Bakara Sûresi, 35)

"Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen ayıp yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Âdem Rabbine âsi oldu da şaşırdı." (Tâhâ Sûresi, 121)

"Âdem ile Havva, "Ey Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ziyan edenlerden oluruz!" dediler." (A'râf Sûresi, 23)

Şimdi bu açıdan devlet idarecilerine bakalım: Ne yapmışlar? Allah nizâmını, şeriat nizâmını devlet idaresinden kaldırmışlar da onun yerine beşer sistemi olan Laik düzeni getirmişler. Bunlar bu hareketleriyle Âdem gibi âsi mi olmuşlar, yoksa iblis gibi kâfir mi olmuşlardır? Bunlar Allah nizâmının en güzel nizâm olduğuna ya inanıyorlar veya inanmıyorlar. Kaziyenin birinci şıkkı kabul edilirse, kendilerine deli demek lâzım. Çünkü güzel yol dururken güzel olmayan bir yol tutmak akıl kârı değildir, deliliktir. Kendilerine "Siz deli misiniz?" diye sorarsanız bunu asla kabul etmezler. Öyle ise, birinci şıkkı kabul etmemiz mümkün değildir. O hâlde kaziyenin ikinci şıkkı taayyün etti. Yani kaldırmalarının sebebi, Allah nizâmını yeterli ve güzel görmemeleridir. O hâlde hatayı kendilerinde değil, Allah'ın emrinde aramış oluyorlar. Dolayısıyla Âdem gibi, sadece günahkâr olmakla kalmıyorlar, iblis gibi kâfir olup imandan çıkıyorlar.

İblise Cenâb-ı Hak, "Emrime itaatten seni men eden ne idi?" (Sad Sûresi, 75) diye sorduğunda iblis, netice itibariyle şu cevabı verdi: "Benim kanaatimin, benim kararımın senin emrinden üstün oluşu idi." Laik devlet adamlarına da, "Sizi şeriat nizâmını tatbik etmekten meneden ne idi?" diye sorulduğunda, "Laik nizâmın şeriat nizâmından üstün oluşu idi!.." diye cevap vereceklerdir. Yani, tıpkı iblisin verdiği cevabı verirler.

Ya Laik ve kâfir olan bu idarecileri seven, bunları malı ile dili ile ve oyu ile destekleyenlerin durumu nedir? Bunların durumu da, kendilerini şer'an mazur gösterecek bir taraf olmadığı için, iblisin avanelerinin yani yardımcılarının durumu gibidir. Onları sevdikleri için ahirette onlarla beraber haşrolunurlar; onları önder kabul ettikleri için ahirette onların önderliğinde çağrılırlar.

İşte buna dair âyet ve hadislerden birkaçı:

"Bütün insanları önderleriyle çağıracağımız kıyamet gününü hatırla!.." (İsra Sûresi, 71)

"Yine şöyle diyecekler: "Ey Rabbimiz! Doğrusu bizler, beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizleri yanlış yola götürdüler." (Ahzab Sûresi, 67)

"Kişi sevdiğiyle beraberdir!"[1]

 

İSLAM ANAYASASI - CEMALEDDİN BİN REŞİD  رحمة الله عليه

 


[1] Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165.

 

 


RISALE

ZÄHLER

Heute 729
Insgesamt 4694271
Am meisten 42997
Durchschnitt 1753