12-09-2017
İSLÂM VE MİLLİYETÇİLİK
1- İslâm ve Milliyetçilik, Birbirinin Karşısında İki Kutup:
İslâm nazarında, normal vatan sevme duyguları, insanın yüce inanç ülküsüyle çelişmedikçe, babaya, anneye, evlada ve akrabaya olan sevgi gibi, hiçbir sakıncası yoktur. Fakat ön sayfalarda da birçok delillerle isbatladığımız gibi, çağdaş Milliyetçilik, normal bir his ve duygu değil, insanın tüm ferdi ve içtimai davranışlarını kendi kontrolü altına almak isteyen siyasal ve sosyal bir düzendir. Öte yandan İslâm da kendine hâs altyapılarıyla bağımsız bir fikri-ameli ve siyasi-içtimai nizâm'a sahip olduğu için, Milliyetçilik ile bir içtimai-siyasi ekol olması itibârıyla çelişmesi tabiidir. İslâm; Hıristiyanlık, Budizm ve diğer bütün dinler gibi ibâdetler ve metafizik inançlar ile sınırlanmış bir din değildir. Şayet İslâm, yalnızca ibâdi bir din olsaydı, Milliyetçilikle çelişir olmayabilirdi. Fakat İslâm, içtimai, iktisadi, siyasi yöne ve hayat hakkında belirli bir din olsaydı, Milliyetçilikle çelişir olmayabilirdi. Fakat İslâm, içtimai, iktisadi, siyasi yöne ve hayat hakkında belli bir felsefeye sahip olan bir dindir. Bu yüzden İslâm ile kendine hâs altyapısıyla siyasi-içtimai bir düzen olab Milliyetçiliğin arasındaki çelişki kaçınılmazdır.
İslâm ideolojisi, müslümanların ferdi ve içtimai hayatlarının hâkimiyeti meselesinde diğer hiçbir ideolojiyle uyuşamaz. Bir müslüman, hiçbir zaman hem müslüman, hem de komünist olamayacağı gibi, hem müslüman hem milliyetçi de olamaz.
"Milliyet" İslâm ile hiç mi hiç uzlaşamaz. İslâm, yapısı gereği Milliyetçilikle muhâliftir. İslâm ve milliyetçilik tüm yönlerde iki çelişkili ve karşıt kutup oluşturmaktalar.
İlerdeki sayfalarda da göstereceğimiz gibi Kur'an açıkça Milliyetçiliğin esâslarını reddederek, dil, renk ve ırkı değil, "inanç" ve takva'yı, vahdet ve birlik esâsı olarak kabul ediyor.
Ortak inanç, İSLÂM ÜMMETİ'nin altyapısıdır. Milliyetçiliğin amacı, milli birimler kurmaktr. Oysa İslâm'ın hedefi "dünya birliği"dir. Milliyetçilik, insanın vefâkarlığının ve bağlılığının ekseninin "vatan" olduğuna; islam ise "Allah" ve "din" olduğuna inanır. Milliyetçilik, coğrafi sınırlara ve ırk üstünlüklerine asliyet veriyor; İslâm onu reddediyor. Milliyetçilik, "darbakış"lı, İslâm ise "evrensel bakışlı"dır.
Milliyetçilik, yalnız kendi milletinin tarihi geleneklerine, şahsiyetlerine, kendi milletinin kültürüne, medeniyetine ve fikirlerine değer verir. Fakat İslâm, insana sınıe, ırk ve kavimle sınırlanmayan geniş bir görüş verir. Hz. Musa, Hz. İsâ, Hz. Muhammed (S.A.V.) ve Hz. Ali (S.A.)'yi bütün insanlık için sayar; bütün milletlerin, Kur'ân'ı kendi kitabı, "Ka'be"yi kendi kıblesi, gerçek İslâm liderlerini, kendi rehberleri bilmelerini ister. Bu görüşü kabul etmek, Milliyetçilik için çok zor ve çetindir. Milliyetçilik, kendi dar görüşü icabı, İslâm'ın yayılmasını "tecâvüz" veya "hasâr" telakki edip kendi milletini Hz. Muhammed (S.A.V.) ve Hz. Ali yerine Kuruş'a ve Dareyuş'a bağlamak isteyebilir ve İslâm'ın "cahiliyyet" devresi olarak adlandırdığı geçmişleri ihyâ etmeye çalışabilir. İslâm, Firavun'u lanetliyor; Mısır milliyetçiliği ise onu, kendi milli kahramanı olarak övüp taparcasına seviyor. Bu çalışmanın mantıki neticesi, kavmi dinleri diriltmektir. Pehlevi Kavmiyetçiliği zamanında İran'ın din'i saydıkları Mecusilik ve Bahailik, rejim tarafından desteklenip propagandası yapılıyordu. Almanya'da Hitler hâkimiyeti zamanında, Nazi düşünürler iki gruba ayrılıyorlardı: Bazıları, Hz. İsâ (A.S.)'yı "Filistinli Yahudi" bilip Hıristiyanlığı reddederlerken; bazıları da Hıristiyanlığı reddederlerken; bazıları da Hıristiyanlığı kabul edip Hz. İsâ (A.S.)'nın Filistinli değil, Nordiç ırkından olduğunu ispatlamaya çalışıyorlardı!!
İslâm diyor ki: Bütün dünya müslümanları, bir gövdenin uzuvları ve bir tarağın dişleri gibi birbirine bağlıdırlar ve Arap, acem, siyah, beyaz bütün dünya müslümanları, tek inanç etrafında toplanırlar. Fakat Milliyetçilik, çeşitli kavimlerin bu vahdetini, kavmi ve milli hüviyete bir tehlike sayıyor.
Böylece görüyoruz ki, Milliyetçiliğin toplum ve siyaset hakkındaki görüş açısı, İslâm'ın görüş açısından tamamen ayrıdır. Bu iki ekol, "Mâniat-ül-cem" ve çelişiktirler. İşte bu yüzden bütün islami ülkelerin milliyetçileri, İslâm'dan kopmayı Milliyetçiliğin başarı şartlarından bilirler. Bunu, dile getirmeseler bile, fiilen gösteriyorlar, İslâm'ı isteyenlerle de sürekli savaşıyorlar.
2-) Peygamberin, Kureyş Milliyetçiliğine Karşı Mücadelesi:
İslâm'ın doğuşu ve İslâm inkılabının gerçekleştiği zamanda, cahiliyet devresi Araplarının tek siyasi ve içtimai kurumları, üstünlük ve alçaklık esası sayılan "kabile", "kavim", "ırk" ve "dil" idi. Onlar, kan'ı ve kavmi bağlılıkları, birlik esâsı biliyorlardı. Dili de üstünlük ölçüsü bilip, Arap olmayanları "Acem" yâni lâl (dilsiz) diye adlandırıyorlardı.
İslâm inkılâbı bu fikri ve kavmi teşkilâtı kökünden kazıdı ve coşkulu "Lâ İlâhe İllallah" sloganıyla onu yok ederek bütün kan, toprak ve dil bağlılıkları, yerine ideoloji ve inanç bağlılıklarını esas aldı.
Sınıfsız ve evrensel İslâm toplumunu kuran Peygamberimiz, fiilen değişik kavimleri "İslâm toplumu" adı altında toplayarak kavmiyetçi zihniyetleri aralarından kaldırdı. İran'dan Selman, beyaz derili, Rum ırkından Suhayb ve Habeşistan'tan siyah derili Bilâl olmak üzere üç değişik ırktan üç müslümanın toplandığı meclise, Kays bin Mutâtebe isminde bir Arap girdi ve bu üç kişiye "yabancı" diye hitâb etti. Peygamber (S.A.V.), buna çok kızdı ve:
"Hepinizin babası birdir; hepinizin idn'i birdir. Ve kendisiyle övündüğünüz Araplık, ne annenizden, ne de babanızdan (Yani Adem (A.S.) ve Havva hepinizin babası ve annesidir)" buyurdu.
Peygamber (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde açıkça buyurdu ki:
"Milliyetçilikte ölen bizden değildir. Milliyetçiliğe çağıran bizden değildir. Milliyetçilik yolunda savaşan bizden değildir."
Milliyetçi ve kavimperest güçler, İslâm'ın bu İnkılâpçı çağrısı karşısında var güçleriyle direndiler. Onların bu kavim ve ırk taassupları, İslâm'ın yayılması yolunda en büyük engel idi. Kan ve toprağa bağlılık, Kureyş'i ve o zamanın diğer kabile ve kavimlerini, İslâm Peygamberi (SA.V.) karşısında mevzi almaya sevkediyordu.
"Onlar, 'Bu Kur'ân' diyorlardı, iki şehirden (Mekke ve Taif) birinin en büyük, en ileri gelen adamına inseydi ne olurdu?" (Zuhruf: 31)
Arap kabileleri, görüşleri, kavmiyet dört duvariyle sınırlandığı için, Peygamber'in (S.A.V.) kendi kabilelerinden olmadığına çok üzülüyorlardı. Ebu Cehil açıkça "biz" dedi, "Abdülmenaf oğullarıyla eşitiz, biz ara binmede ve cömertlikte onların rakibiyiz. Peki nasıl oldu da onlardan biri, peygamberlik iddiasında bulundu!? Andolsun Tanrı'ya Muhammed'in peygamberliğini kabul etmeyeceğiz."
Uzun yıllar böyle bir peygamberin gelmesini bekliyen yahudilerin de Hz. Muhammed (S.A.V.) ile savaşmalarının sebebi, işte bu kavmi ve milli asabiyet idi. Evet, asabiyet, hakikatı kabul etmenin önünü aldı. Peygamberin (S.A.V.) İsmâil Oğullarından olması ve İsrâil oğullarından olmaması, onları rahatsız etti, Allah'a inananların karşısında müşrikler ile işbirliği yapmalarına sebeb oldu.
Milliyet ve kavmiyet duygularını körüklemek, Medine münafıklarının en şeytâni silâhıydı. Hatta münafıkların başlarından biri, Biğas savaşı meselesini gündeme getirerek neredeyse iki büyük müslüman "Evs" ve Hazreç" kabilelerini birbirine saldırttıracaktı ki hemen şu âyet-i şerife nâzil oldu:
"Ey inananlar, kendilerine kitap verilenlerin herhangi bir kısmına uyarsanız sizi döndürür, inancınızdan sonra kâfir yapar." (Al-i İmran: 100)
"Medine"nin baş münafığı Abdullah bin Ubeyy, gerçek milliyetçilerden idi. Daima Medine ahalisini Milliyetçiliğe çağırıp onlara, bunlar" derdi, "başka yerlerden bizim şehrimize, vatanımıza gelip de tahakküm etmek isteyen bir avuç dilencidirler. Bunlar, kendilerini besledikten sonra bize saldıran köpek gibidirler."
Aynı adam başka bir yerde "Bu yabancılara, (Allah'ın peygamberinin yanında planlara)" diyordu, "birşey vermeyin de, sonunda dağılıp gitsinler."
Kur'an-ı Mecid, Abdullah bin Ubeyy'in saçmalarını cevabıyla beraber şöyle anlatıyor:
"Onlar, o kimselerdir ki "Allah'ın peygamberinin yanında olanlara birşey vermeyin de, sonunda dağılıp gitsinler" diyorlar. (Halbuki) göklerin ve yeryüzünün hazineleri hep Allah'ındır, fakat münâfıklar anlamazlar. Derler ki: Medine'ye dönünce andolsun ki üstün olan elbette çıkarır oradan, aşağılık kişiyi, (ne var ki) üstünlük, Allah'ın, Peygamberinini ve müminlerindir fakat mğnafıklar bilmezler." (Münafikun, 7-8)
Bütün bunlar, Milliyetçiliğin İslâm'a karşı tehlikeli boyutlarını gösterip küfür ve şirkten sonra kan, toprak, kavim ve kabile asabiyetinin İslâm'ın ne büyük düşmanı olduğunu ortaya koyuyor. Onun için Peygamber (S.A.V.) Milliyetçiliğe şiddetle karşı koydu. Bu engeli İlahi akidenin önünden kaldırdı.
Evet, "Kavimperestlik" ve kavmi duygular, İslâm'ın en büyük düşmanıdır, her zaman. Milliyetçilik çıktığı zaman, Arap, "Araplığı"yla iftihar eder, müslümanlığıyla değil; Mısırlı, Firavun'u hatırlar; Türk, kendini Cengiz'e ve Hulâgu'ya bağlamak ister; İranlı, Dareyüş, Kuruş, Buzercmehir, Mani ve Mezdek ile övünür; Hint Müslümanı, hinduların hurâfi şahsiyetlerini kendi kahramanı bilip "Zemzem kuyusu"na değil, "Ganj Nehrine1 bağlanır. Böylece İslâm tehlikeye düşmüş olur. İslâm her zaman Milliyetçiliği düşman bilmiştir kendisine...
****
İSLAM VE MİLLİYETÇİLİK - CEMALEDDİN BİN REŞİD رحمة الله عليه
Heute | 313 |
Insgesamt | 4845169 |
Am meisten | 42997 |
Durchschnitt | 1790 |