12-09-2017
İSTİŞARE KİMLERLE YAPILIR?
Kur’an’da ve sünnette “İstişare”ye yer veren İslam, hangi mevzularda istişare edileceğini de beyan etmiş ve kimlerle istişare etmek gerektiğini bildirmiştir. “Fikir danışma” şeklinde tâbir edilebilen istişare, rastgele yapılmaz. Yoksa kâr yerine zarar getirebilir.
Bu itibarla:
1- Herşeyden Önce istişare sahasına giren mevzular bilinmelidir. Hakkında nass (ayet, hadis) bulunan ve üzerinde ictihad yapılıp hükme bağlanmış olan meseleler istişare sahasına girmez. Mesullere düşen tek bir şey vardır:
O da mevzuları, o meseleleri olduğu gibi uygulamaktır.
2- İstişareden maksat; genelde ya mevcut ihtimalleri tesbit etmek veya tesbiti edilmiş ihtimaller arasından hangisinin faydalı olacağı hakkında fikir beyan etmek ve bu suretle muhtemellerden birini tercih hususunda idareye, idareciye yardım etmektir.
3- Kendisiyle istişare edilecek kişi, hem ehil hem de, emin olmalıdır. Mesela:
a) İstişareye mevzu olacak mesele hakkında malumata sahip olacak. Yani, mevzu hakkında araştırmasını yapmış, etraflı bilgiye sahip olmuş, tercih yolunda yol gösterebilecek seviyede olacak...
b) İyi niyet sahibi olması da esastır ve şarttır. Yani meselenin en isabetli bir şekilde ortaya konmasını, davanın ilerlemesini, dava ile alakalı alınacak kararın ve o kararla ilgili tatbikatın başarıya ulaşmasını, dolayısıyla tatbikiyle mükellef zatın muvaffak olmasını canı gönülden istemelidir. Aksi bir hava içerisinde bulunan bir kimse ile istişare yapılmaz. Çünkü o, Peygamber (s.a.v.)’in “müsteşar” (yani kendisiyle istişare edilen) “Emin” yani güvenilir “bir adamdır” şeklinde irad buyurduğu esasa uygun değildir. Kendisine güvenemezseniz, fikrine nasıl güvenebilirsiniz?!..
Binaenaleyh, onu istişareye çağırmak, onunla istişare yapmak sünnet-i seniyyeye uygun değildir.
c) Müsteşar, yani kendisiyle istişare edilecek kişi, mutlaka sır tutacaktır; ağzına sahip olacak, istişarenin mahremiyetini muhafaza edecektir. Yoksa kendisine emanet edilen sırları veya istişare meclisinde mahrem kalması gereken meseleleri şunun veya bunun kulağına götürürse böyleleri, Peygamber hadisindeki “güvenilir olma” vasfını kaybetmişlerdir. Böylelerini istişareye çağırma şöyle dursun, sözünü bile etmek doğru değildir.
d) Müsteşar, heva ve hevesinin esiri olmamalı, nefsanî duygularının tesiri altında kalmamalıdır. Mesela:
Para yardımı veya maaş tesbiti hususunda cimri, paraya düşkün birisiyle istişare edemezsiniz. Parayı çok sevdiğinden o babda normal fikir beyan edemez.
e) Bir başka misal:
Cesareti gerektiren bir meselede korkak, cesaretsiz bir kimse ile o mesele hakkında fikir danışamazsınız. Çünkü o, davadan çok kendi canını, kendi rahatını düşünür ve ona göre fikir beyan eder.
f) Takva ehli olmalıdır. Laubalilikten uzak, müslümanlar arasında ciddî, şer’i örf ve adetine bağlı, İslam’ı bir bütün olarak yaşamakta, günahların büyüğünden de küçüğünden de sakınmakta, emir ve ibadetlerin her türlüsünü yapma gayretini göstermelidir. Yoksa, bir taraftan farz ve vaciplerin dışındaki ibadetlere önem vermiyorsa bir taraftan da mekruh olan şeylerden sakınmıyorsa ondan ve onun istişaresinden hayır yoktur.
Elhasıl:
Müsteşar; davaya bağlı, bağlı olduğunu, bir taraftan hizmet ve faliyetleriyle isbat ederken bir taraftan da samimiyyet ve sadakata sahip olduğunu, kendisinden istenen taahhüt ve te’minatı vermede hiç tereddüt göstermez. Yoksa mahremiyetleri ihlal eden, sır tutmayan, itaatte gevşeklik gösterip üzerine düşeni yapmayan ve bu suretle samimiyetsizliğini ortaya koyan bir kişi ile nasıl olur da siz, mes’ul bir kişi olarak oturur önemli, önemli olduğu kadar da mahremiyet arz eden meseleleri rahat rahat istişare edebilirsiniz?!. Bu “Müsteşar emindir” şeklinde varid olan Peygamber tavsiyesine uyar mı?
İmam-ı Buhari’nin c.8, s.162’de kaydettiği metnin tercemesi ile bitirmiş olalım:
İmam-ı Buhari (ra), “Allah Teala, onlarla işleri aralarında istişare iledir: İşlerde onlarla istişare et!.” babında diyorki;
“Müşavere, açıklığa kavuşmadan ve kesin karara varmadan önce yapılır. Çünkü Allah Teala, Peygamberine hitaben:
“..kesin karar verdikten sonra Allah’a tevekkül et!..” buyurmaktadır. Bu itibarladır ki; Allah Resulü (sav) karar verdi mi, artık hiçbir kişinin Allah ve Resulünün önüne geçmesi caiz olmaz.
Allah Resulü (sav) Uhud savaşında “Medine’nin dışına mı çıkılsın yoksa Medine’de kalıp savunma savaşı mı yapılsın?..” diye Ashabıyla istişare ettiğinde Ashab, düşmanın Medine dışında karşılanması yolunda fikirlerini beyan etmesi üzerine Peygamber (sav) kesin kararını verdi ve zırhını giydi. Bunu gören ve çıkılmasını teklif eden çoğunluk, her ne kadar fikirlerinden vazgeçip “Ey Allah’ın Resulü! Medine içinde kal!..” demişlerse de Peygamber (sav) onların sözlerine iltifat etmemiş ve:
“Silahını giyen bir Peygambere yakışmaz ki, Allah hükmedinceye kadar savaşmadan silahını çıkarsın!..” diye buyurmuştur.
Hz. Peygamber (sav), Hz. Aişe (ra) hakkındaki ilk hadisesinde Hz. Ali ve Hz. Usame ile istişare etmiştir. Nihayet ayet nazil oldu. Peygamber (sav), onların ihtilaflarına (nizalarına) iltifat etmeyip Allah’ın emriyle hükmetti ve iftira atanlara sopa cezasını tatbik etti.
Kendisinden sonra gelen imamlar (halifeler), en kolayını almak üzere mübah işler hakkında ilim erbabından emin (güvenilir) kişilerle istişare ederlerdi. Şayet kitab ve sünnet, mevzu hakkında açıklık getirmişse, mesele kalmamıştır; üzerinde durulmaz (ve istişaresi yapılmaz), olduğu gibi tatbik edilirdi. Bu da Peygamber usulüne tabi olmaktan ibaretti.
MESAJLAR - CEMALEDDİN BİN REŞİD رحمة الله عليه
Heute | 889 |
Insgesamt | 4694431 |
Am meisten | 42997 |
Durchschnitt | 1753 |