TAKLİD VE MEZHEP DEĞİŞTİRME

13-09-2017

TAKLİD VE MEZHEP DEĞİŞTİRME

 

Taklid; delilini bilmeksizin, sözü, delil olmayanın sözü ile amel etmek, demektir.

Tarifteki "delilini bilmeksizin" sözünden maksat, "müctehid" değildir. Zira ictihad derecesinde delilini bilirse, müctehid olur, mükallid olmaz. "Sözu delil olmayanın" tabirinden anlaşılan ise, sözü doğrudan doğruya delil değilse de ictihad derecesinde delili bilmiyor demektir.

Bu itibarla Allah Resulü’nün sözü ile icma-i ümmetle amel etmek taklid sayılmaz. Müctehid olmayan, yani ictihad derecesinde delili bilmeyen herkes için Şeriat'ın şer’î meselelerinde bir müctehidi taklid etmesi onu takib etmesi bir vecibedir, bir farizedir. Kur’an şöyle der:

"...Eğer bilmiyorsanız ilim ehlinden (yani bilenlerden) sorun!" (Enbiya, 7)

Ulemanın çoğuna göre bir müctehid diğer bir müctehidi taklid edemez, haramdır. Zira taklidin aslı olan ictihada ve ictihad yetkisine sahiptir. Asıl mümkün iken bedel doğru değildir. Abdest ve teyemmümde olduğu gibi...

 

Taklid Edilecek Müctehidler:

Sahabe, Tabiun ve Tebe-i Tabiinden meydana gelen ve Selef-i salihin ismini alan zevat arasındaki müctehidlerin sayısı çoktur. Hepsi de ictihad şartlarına haizdir. Hiç birisine tânetmek kimsenin hakkı değildir. (Allah kendilerinden razı olsun. Fakat bunların mezhepierini taklid etmemiz caiz değildir. Sebep, "Mezheplerinde bir noksanlık vardır" ondan mı? Hayır? Mezhepleri tedvin edilmedi de ondan!.. Ancak bizim taklid edeceğimiz, yaşanan dört mezhepten biridir. Nitekim İmam Suyuti’nin "EI-Cami" adlı eserinin şarihi Abdurrauf El-Münavî şöyle diyor:

 

"İmam-ı Haremeyn’in dediği gibi, mezhebi tedvin edilmemiş Sahabe’nin, Tabiin’in taklidi caiz değildir. Oyle ise hükümde de fetvada da dört mezhebin gayrisini taklit etmek memnudur, caiz değildir."

 

İmam Razi de "Muhakkikler ittifak ettiler ki, halk tabakası Ashabın belli başlılarını, hatta büyüklerini taklid etmeleri caiz değildir..." Keza; İbn-i Hümam "Tahrir" adlı eserinde dört mezhebin dışında herhangi bir mezhebe tabi olmak bilittifak caiz değildir. Çünkü dört mezhebin haricinde kalan mezhepler rabt ve zabt edilmemiştir; meşhur olmamışlardır.."

Şu hususu da hatırda tutmak gerekir ki; namaz, oruç, hacc ve zekat gibi farzlarda; zina, faiz, içki, katl, hırsızlık, yalan, gıybet, iftira ve benzeri haramlarda dört mezhepden birini taklid  etmesi  lazım  değildir.  Çünkü, bunlar kesin nasslarla sabit olmuşlardır; bunlarda ihtilaf yoktur ve olamaz; zarurat-i diniyyedendirler; herkesin bilmesi ve inanması farzdır. İctihad; ancak nass olmayan yerlerde caizdir. "Mevarîd-i nassda ictihada mesağ yoktur" kaidesi vardır.

 

 

 

Mezhep değiştirme mevzuunda çok kıl-kal (denildi-dedi) vardır. Ve bu mesele yanlış anlamalara ve yanlış yorumlara sebebiyyet vermektedir. Bazı fırsatçılar da bundan yararlanarak ortalığı karıştırırlar. Bir kimsenin dört mezhepden birine bağlanmasının lazım geldiğini gördük. Bunda söz yok!.. Ancak "Bir müslümanın bazı meselelerde bir müctehide, bazı meselelerde bir başka müctehide bağlanması veya mezhep değiştirmesi caiz midir, değil midir?" hususu bir münakaşa meselesidir. Çeşitli görüşler vardır.

 

Bir görüşe göre böyle bir iltizam yoktur. Yani bir kimse bir mezhebe bağlandı veya bazı meselelerde bir mezhebi kabul etti, diye illa da o mezhebe devam etmesi şart değildir. Çünkü, kişinin bir şeyi kendisine lazım kılması, o şeyi din kendisine lazım kılmaz!.. Zira AIlah’tan ve Resulü’nden başka hiçbir kimse birşeyi vacib kılmaz. Yani Allah-ü Teala ve O’nun Peygamberi, ümmetten hiç bir ferde, "Şunun mezhebine gir veya o mezhebte devam et!" dememiştir. Müctehidierden hiçbirisi de; "Bana tabi olan artık benden başkasına uyamaz..." dememiştir. Aslında "Doğru olan budur!" deniyor.

 

Diğer bir görüşe göre ise, bir mukallid, mezheplerden birini seçti mi, artık onda devam etmesi isabetli olur, faydalı olur. Hem bir kaç yönden:

 

1- İbn-i Hümam, "EI-Varir" adlı eserinde şunu kaydediyor: "Ebu Hanife ve Şafii mezhebi gibi, belli bir mezhebi mükallid iltizam ederse, deniyor ki, o mezhebi iltizam etmesi, yani o mezhebde devam etmesi gerekli olur." Yani o mezhebe devam. eder, başka bir mezhebe kaymaz. Çünkü, bir mezhebi seçmesiyle o mezhebde devam etmesi gerekli olur. Neden? Çünkü: İnandı ki, seçtiği mezhep en doğrusudur. O halde inancına göre hareket etmesi elbette uygun olur. Müctehid için delil ne ise, mükalid için de müctehidlerin sözü odur.

EI-Muhalli’nin "Cemül-Cevami" üzerinde yazdığı şerhde diyor ki, "En doğrusu; ictihad edecek mertebeye varmamış âlime de, avama da müctehidlerin mezheplerinden birisine bağlanması vacib olur."

Mezheplerden birisine bağlandıktan sonra, ondan ayrılması caiz olur mu olmaz mı, diye birkaç görüş vardır. Bir görüşe göre ayrılması caiz değildir. Zira orada olmayı kendisine lazım kılmıştır. Fakat bu lüzum, kendisine bir vücubi gerektirmezse de!..

"EI-Eşbah ve-Nezair" de şöyle denir: "Füruat hususunda kendi mezhebiyle muhalifin mezhebinden sorulduğunda bile vacib olanı (yani en uygun olanı) "Bizim mezhebimiz doğrudur, hataya ihtimali vardır. Muhalifimizin mezhebi ise yanlıştır, doğruluk ihtimalini taşır," dememizdir.

Akaid hususunda sorulduğunda vereceğiniz cevap ise: "İnancımız doğrudur; muhalifimizin inancı ise yanlıştır ve batıldır" dememiz gerekir. Meşayih’ten böyle nakledilmiştir."

 

2- Said Havva, "Tartışmalar" adlı kitabında şunları kaydediyor:

"Ayrıca avam sınıfından bir kimse için bir müctehid imamın mezhebine dayanmasının ve onun mezhebine göre fıkhî bilgileri öğrenmesinin daha kolay olacağı tabiidir. Tâ ki çeşitli kaviller arasında bocalayıp durmasın. İnsanın, bir mezhebin fıkhını alması ve bu bilgileri öğrenebilmesi kendisi için daha kolaydır. Böylece ipin ucunu kaçırmaz ve öğrenmek istediği herhangi bir meseleyi daha rahat bir şekilde araştırıp öğrenebilir: Aslinda bu, avam tabakasından biri için daha kolay olduğu gibi bir alim için de daha kolaydır.

Alimin Kitap ve Sünnet’le şerhleri hakkında bilgi sahibi olmasının ve hüküm çıkarma  metodu ile çıkarılmış hükümleri bilmesinin gerekli olduğu doğrudur. Lakin her fakihin söylediği her hükmü bilmekle onu sorumlu tutmak milyonlarca sayfa okumasını gerektirmektedir. Onun için alimin sağlıklı fetva verebilmesi bir imamın, mezhebinde kendisini geliştirmesi gerekir ki, o mezhebe göre fetva verebilsin. Alim için durum bu olursa, ya avam tabakasından birinin durumu nedir?

 

Bir mezhepte alim olan bir kimseden bir fetva sorduğun zaman şayet imamın, o meselede cevabını biliyorsa hemen cevabını verebilir: Değilse, cevap verebilmek için mezhebin kitaplarına müracaat eder. Yahut mezhebin metodunu iyi biliyorsa o kaidelerin ışığı altında sana. cevap verme imkanına sahiptir.

 

Yine avam tabakasından biri birkaç gün veya birkaç ay içerisinde bir mezhepte yazılmış muhtasar bir kitabı inceleyebilir ve insanın ihtiyaç duyduğu fıkhî meselelerde bilgi sahibi olabilir. İşte bunun için fıkhî mezhepler ortaya çıkmıştır ki, bunlardan maksat kolaylıktır ve ipin ucunu kaçırmamaktır: Aslında fıkhî mezhebe bağlılık hüküm çıkarma yollarına kanaat getirmek ve bir mezhebin fıkhını belleyerek yetinmenin doğurduğu bir sonuç olup kolaylaştırma ve ameli hayatı basitleştirmenin neticesidir."

 

Şahitliği Kabul Görmez:

3- "Ortada sahih bir gaye mevzubahis değilse ve meşru bir gerekçe yoksa, bir mezhepden diğer mezhebe geçmesi doğru değildir; dini hafife almadır.." esbab-ı mucibesiyle "Şahitliği makbul değildir" hükmü getirilmiştir. (İbn-i Abidin, c. 3, s. 190-191)

 

Tazir Cezası Verilir:

Keza; "Ortada bir tercih sebebi yoksa, meşru ve muteber bir mecburiyet bahis mevzu değilse, kişinin mezheb değiştirmesi tazir cezasiyle cezalanmayı gerektirir," denmektedir. (İbn-i Abidin, c. 4, s. 381-382)

 

 

İlmin Gereğine Ters Düşer:

Gerek ilim ve gerekse medeniyet ihtisaslaşmayı gerektirir: İnsanın ömrü mahduttur, kabiliyyeti de mahduttur. İlmin ancak bir dalında derinleşebilir, söz sahibi olabilir... Çeşitli dallara el attığı taktirde yarım yamalak olur; ilmine de medeniyetine de artık güvenilmez...

Mezhep mevzuu da böyledir; mezhepler binlerce meseleye sahiptir. Bir insanın ömrü de kabiliyeti de kâfi gelse ancak tek bir mezhebin meselelerini öğrenmeye kâfi gelebilir. Hele  hele avam için bu büsbütün müşkildir. Hatta muhal bir şeydir. Mezhebini öğrenebilirse ne mutlu!..

O halde herkes kendi mezhebinde kalmalı; meşru ve mâkul bir sebep olmadığı taktirde mezhep değiştirme yoluna gitmemelidir. Hareket olarak tesbitimiz de budur. Kimliğimizin tesbiti yolunda kaleme almış olduğumuz bildirinin 9. maddesinde şöyle demiştik: "Mezhepsizliğe ve mezhep değiştirmeye karşıdır."

 

Avamın Mezhebi Yoktur:

"Avamın mezhebi yoktur, onun mezhebi müftünün mezhebidir" ifadesini de çok iyi anlamak lazımdır. Bunun manası: "Avam, yani halk mezhepsizdir..." demek değildir. Onun da mezhebi vardır. Ancak onun mezhebi hocasının veya babasının mezhebidir. Müslüman aslında hudayi nabit büyümez; kara cahil olmamalıdır. En azından camiinin imamının önünde oturmalı ve ondan Kur’an ve İlmihal dersi almalıdır. Babası da öyle olmalıdır. Bu itibarla kişinin en çok güvendiği ve inandığı babası ile hocasıdır. O halde onun mezhebi de hocasının ve babasının mezhebidir. Genelde bu böyledir. Bugüne kadar da böyle gelmiştir ve adeta bir icma olmuştur. İşin sağlamı da budur.

 

O halde müslüman, ne mezhepsizleri dinlemeli ve ne de aşırılığı kendisine şiar edinen ve kafa bozmaktan başka işe yaramıyan, "kıl" ve "kale" insanları sürüklemek isteyenleri!..

 

Mezhebsizliğin dinsizliğe götüren bir köprü olduğunu, meşru bir sebep olmadan, mezhep değiştirmenin tazir cezasına müstehak bulunduğunu ve şahitliğinin kabul görmiyeceğini daha önceki satırlarda gördük. Ayrıca; müslümanların, dört mezhep imamı gibi mutlak müctehid; İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed gibi mukayyet müctehid ve bir de avam olmak üzere üç bölüme ayrıldığını da gördük. Ve bu arada mutlak müctehidin ne suretle olursa olsun, başka bir müctehidi taklid edemiyeceğini, onlara vacib ki, kendi ictihadlarıyla amel etmeleri lazım geldiğini de kaydettik. Mukayyed müctehidler ise, mutlak müctehid bir imamın mezhebinin çerçevesi içerisinde kalıp asıl prensiplerine uymaktır. Halkın avamına gelince; Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Malikî gibi dört mezhepten birine tabi olurlar, ibadet ve muamelelerini ona göre yürütürler.

 

Telfik:

Telfik; bir tarife göre dört mezhebin dışına çıkmak demektir. Yani dört mezhep sahibinin demediği bir görüşle amil ve ibadette bulunması demektir ki, dört mezhepten çıkmış, kendisi için beşinci bir mezhep icad etmiş olur. Binaenaleyh; böylelerinin ibadeti caiz değil, muamelesi doğru değildir. Müctehidlerin hiçbirisinin ictihadiyle amel etmiş sayılmaz. Telfik-i mezheb yoluna giden dört mezhebin hangi müftüsüne giderse gitsin, yaptığı ibadetin veya icra ettiği muamelatın doğruluğuna dair fetva alamaz. Ve böyle bir durum, icma’a muhaliftir; ittifakın dışına çıkıp onu bozma demektir ki, bu da haramdır.

El-Muhalli, "Cemülcevami" şerhinde diyor ki:

"İcmaa muhalefet etmek, onu yıkmak haramdır. Zira bu yıkmadan ötürü tehdid varit olmuştur..." Çünkü, ayette mü’minlerin yolunun gayrisine tabi olmak azabı gerektirir, buyurulmuştur.

 

O halde iki, üç veya dört mezhepten telfik edilmiş amelin batıl olduğunda tereddüt yoktur. Zira bunda icmai yıkmak vardır. Bu ise caiz değildir, haramdır. İmam Ebülhasen El-Hatib "El-Fetava" isimli kitabında diyor ki:

"Bir mezhebe göre fetva veren zat, bir mesele hakkında bir müctehide göre fetva verdiğinde başka bir müctehidi taklid ederek başka bir tarzda fetva vermesi caiz olmaz. Çünkü onun bu hareketi sadece nefsinin isteği olur."

Usul alimleri şu ittifaka varmıştır ki, değişik iki ictihadın mürekkeb bir şeyde taklid etmek doğru değildir. Bu hususta şu misali vermişlerdir:

Kişi abdest alıp bir tüyünün parçasını meshettikten sonra, köpek elbisesine veya bedenine dokunuyor ve ondan sonra namaz kılıyor. Bu namaz yerini almaz ve sahih olmaz. Çünkü bu adam Şafii ve Hanefi mezhebinden telfik (yani karma) yapmıştır. İbn-i Abidin’de karma (telfikli) olan hükmü şu misal ile açıklamıştır:

"Abdest alan bir şahsın bedeninden kan akmış ve aynı zamanda bir kadının bedenine eli veya herhangi bir yeri dokunmuştur. Sonra kalkıp (kan Şafii’ye göre, kadına dokunmak da Hanefi’ye göre abdesti bozmaz diye) namazını kılmıştır. Bu namazın doğru olması, ancak Şafii ve Hanefi mezhebinden müleffak (karma) bir hükme göre caizdir. Telfik ise batıldır, doğruluğu yoktur." (c. 1, sf. 75)

 

Ayri Mezhep İmamlarına Uyma:

Bu arada bir mesele var ki, o da ayrı mezhep imamlarına namazda uyma meselesi. Bu babda uyanın mezhebine mi bakılacak yoksa imamın mezhebine mi? Bu hususta Rahmetullah es-Sindi risalesinde şöyle diyor:

"Eskiden beri alimlerimiz, başka olan alime namazda iktida etmesi caiz olup olmaması hususunda dört gruba ayrılmışlardır.

1- İmam ihtilaflı noktalara dikkat ediyorsa uyulması caizdir,

2- Kerahet vardır,

3- Mutlak manada caiz değildir,

4- Mutlak manada caizdir."

Birinci görüş ki, meşhur ve maruf birçok alimlerimizin görüşüdür, genelde Hanefi’nin mezhebi budur. Bunlara göre hangi mezhepten olursa olsun, diğer mezheplerin de esaslarına riayet ettiği taktirde uyulması caizdir.

 

Bunun esası şudur:

Namazın caiz olup olmaması hususunda muktedinin re’yine bakılır, hüküm ona göredir. Muktedi bu babda imamın re’yine bakmaz. Binaenaleyh, eğer muktedi, kadına elinin değmesi gibi imamın re’yine göre namazı bozan bir hareketin imamdan sadır olduğunu bilse bile bu imama uyması caizdir. Çünkü muktedinin hakkında itibar edilen kendisinin mezhebidir. Fakat eğer kendi re’yine göre namazı fesada veren bir hareketin imamdan sadır olduğunu bilirse, bu taktirde imama uyması caiz değildir. Merhum Ömer Nasuhi, "Büyük İslam İlmihali"nde şöyle diyor:

"Mezhep ihtilafı iktidaya mani değildir. Elverir ki, imam olan zat namazın şartlarına, rükünlerine riayet etsin. Şöyle ki: Müslümanlar, fıkıhları bakımından mezhepleri muhtelif olsa da esasta müttehit oldukları cihetle birbirlerine iktida edebilirler. Bu hususta efdal olan, her müslüman kendi mezhebinde bulunan bir imama iktida etmektir. Bu olmayınca diğer mezhepte bulunup namazın farzlarına riayet eden herhangi bir imama iktida edilmesi, münferit bir halde namaz kılmaktan eftaldır."

 

Bir müslim, kendi mezhebine göre namazı bozacak bir şeyin böyle bir imamda mevcudiyetini görüp bilirse ona iktida etmesi sahih olmaz. Bir Hanefi’nin burnundan kan aktığı halde abdestini yenilemeden imamete geçen bir Şafii’ye iktida etmesi gibi.

 

Maliki’ler ile Hanbeli’lere göre ise, namazın sıhhatı için şart olan şeylerde yalnız imamın mezhebine itibar olunur, muktedinin mezhebine itibar olunmaz. Binaenaleyh, bir Malikî, başının tamamını meshetmemiş olan Şafii’ye veya Hanefi’ye iktida etse, namazı sahih olmuş olur. Çünkü böyle bir mesih, her ne kadar Maliki ve Hanbeli mezheplerince sahih değilse de Hanefi ve Şafii mezheplerince sahihtir.

 

 

MEZHEPLER - CEMALEDDİN BİN REŞİD  رحمة الله عليه


RISALE

ZÄHLER

Heute 2846
Insgesamt 4691014
Am meisten 42997
Durchschnitt 1753