13-09-2017
TEBLİĞİN MEVZUU
Tebliğin mevzuu, muhatabın ihtiyacına göre değişiktir. İmân meseleleri olabilir, siyaset ve devlet meseleleri olabilir, Kur’ân’ın âyetleri ve âyetlerin getirdikleri emir ve yasaklar olabilir. Elhâsıl; İslâm dininin herhangi bir meselesi olabilir. Ancak, bu dağınık mevzuları tek bir meselede toplayabiliriz. O da “Tevhid”dir.
Tevhid demek; Allah’ı birlemek, Allah birdir, demektir. Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde Allah’ı birlemektir; Eşi ve benzeri yoktur demektir.
Tevhid demek; “Rabb” olmanın hak ve salahiyetlerini bütünüyle, en ufak bir tereddüt ve şüpheye mahal bırakmadan kabul, tasdik ve ilan etmek, demektir.
Tevhid demek; “Abd” olmanın, yani (kul) olmanın makam ve mevkiini, hak ve hududunu, vazife ve yetkisini tayin ve tesbit etmek, kabul ve tasdik etmek ve bilfiil yaşamak ve ilan etmek demektir.
Tevhid demek; “Rabb”in mutlak mânâda kemâle sahip olduğunu, eksikliklerden ve noksanlıklardan münezzeh ve müberrâ bulunduğunu, “Kul”un ise, eksiklik ve noksanlıklarla dolu olduğunu, ihtiyaçlar içinde bulunduğunu kabul, tasdik ve ilan etmek demektir.
Tevhid demek; kâinatta ve dünyada emir ve fermanın Allah’a âit olduğunu insanın hayatında da ölümünde de yegâne söz sahibi olduğunu; kanun koyucunun, tâlimat verenin, murakabe edenin ve nihâyet hesabını soracak olanın da O olduğunu kabul, tasdik ve ilan etmek demektir.
Tevhid demek; kulun kul olduğunu bilmesi, söz, fiil ve hareketlerinde, dünya ve ahiret işlerinde kul olarak davranması ve mutlak mânâda Rabbi’ne itaat etmesi ve teslim olması demektir.
Tevhid demek; “Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız Allah’ındır” demek ve bu hakikatı kabul ve tasdik edip, indirdiği ve gönderdiği şeriat kanunlarına hürmet etmek ve saygı duymak demektir.
Tevhid demek; kendisinin dünyaya kanun yapmak için, kanun çıkarmak ve kanun koymak için değil, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilen ve indirilen kanunları uygulamak, onlara imân, ibadet, muamelât, siyaset ve devlet hayatında bir ilave yapmaksızın, bir noktasını dahi eksiltmeksizin tatbik ve icra etmek için gelmiş olduğunu kabul ve tasdik etmek demektir.
Tevhid demek; Allah’tan başka kanun koyucusu tanımamak, insan yapısı anayasa ve kanunları kabul etmemek, onları red ve inkâr etmek demektir.
Tevhid’in Zıddı Şirktir (Putperestliktir)
Tevhid olmadığı yerde şirk vardır, putperestlik vardır, kâfirlik vardır.
“Şirk” demek; Allah’a mahsus olan, Allah’a âit olan hak ve sıfatlardan birinde veya birkaçında başkalarını ortak etmek, başkalarına pay çıkarmak, demektir.
“Şirk” demek; kulu Rabb’e karıştırmak, kulu kul olma makamından alıp, rubûbiyet makamına çıkarıp kanun koyma yetkisini onda da görmek ve “Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir” demektir.
İzâhât
Günümüzün insanının en çok ayaklarının kaydığı ve farkına varmadan küfre gittiği noktalardan biri bu nokta olduğu için, üzerinde biraz daha durmamız gerekecektir.
Yaratma sıfatı Allah’a mahsustur.
Diriltme sıfatı Allah’a mahsustur.
Rızık verme sıfatı Allah’a mahsustur.
Her şeyi bilme, her şeyi görme, her şeyi işitme sıfatı Allah’a mahsustur.
Her şeye kâdir olma sıfatı Allah’a mahsustur.
Her şeye sahip olma sıfatı Allah’a mahsustur.
Dünya ve kâinata sahip olma O’nun sıfatı ve O’nun hakkıdır.
Kâinatı yaratma ve düzene koyma O’nun hakkıdır ve O’nun sıfatıdır.
İnsanı yaratma ve onun beden yapısına kanunlar koyup, bir düzen içinde çalıştırma sıfatı O’na mahsustur.
Tüm maddelerin hususiyetlerini en ince noktalarına kadar bilme O’na mahsustur.
Tüm canlıların hususiyetlerini en ince teferruatlarına kadar bilme O’na mahsustur.
Kezâ; tüm fertlerin, cemiyetlerin, milletlerin ve devletlerin haklarını ve hukuklarını bilme Allah’a mahsustur. Meselâ: Karı-koca, talebe-hoca, işçi-işveren, amir-memur, halife-vatandaş gibi karşılıklı münasebetleri olanların hak ve hukukunu, selahiyyet ve görevlerini en ince noktalarına kadar bilen Allah’tır. O hâlde bunları düzene koyma, bunların hak ve hukukunu beyan etme, kanun mahiyetinde bildirme hususu da Allah’a âit olmalıdır ve O’nun hakkıdır, O’na mahsustur, O’nun ulûhiyet ve rubûbiyetinin bir gereğidir.
İşte bu sıfatlardan ve bu haklardan herhangi birinde Allah’a ortak olacak, O’na eş, emsal olacak bir insan, bir varlık gösterilemez. Gösterilebilmesi için, onun da Rabb olması, onun da ilâh olması lazımdır, değil mi? Bu mümkün müdür? Asla! O hâlde; Rabb olma, ilâh olma, ibadete müstehak olma, kanun koyma, hak ve hukuku bildirme ve beyan etme Allah’a mahsustur ve O’nun hakkıdır. Bu hak ve bu vasıfların hepsini veya birini Allah’tan başkasına vermesi veya onda da bulunduğuna inanması şirktir. İşte şirk bu!..
Şimdi bu noktalardan hareketle; bir kimse kalkıp “Beni filan yarattı” dese veya “Bana rızık veriyor” dese veya “Beni büyütüp besliyor” dese veya “Filan da her şeyi bilir, her şeye kadirdir, ibadete müstehaktır, ben ona ibadet ederim”, dese; hatta “Bütün ibadetlerimi Allah’a yapıyorum da sadece namazımı filan için kılıyorum?” dese ne olur? Müşrik olur, kâfir olur, değil mi?!. Neden? Çünkü “Tevhid” gitmiştir de ondan. Kezâ; “Beni her yerde ve her zaman filan görür ve bilir” dese müşrik olur, kâfir olur. Neden? “Tevhid” gitmiştir de ondan!
Bütün bunlar gibi, bir Müslüman kalksa da “Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız filanındır veya milletindir; filan kimse, filan millet de kanun koyma hak ve selahiyetine sahiptir, onda da o yetki vardır” dese ne olur? Şirke sapmış olur, müşrik olur, kâfir olur. Çünkü artık onda “Tevhid” kalmamıştır. Tıpkı bunun gibi, bir kimse çıkıp, Allah’ın haram kıldığı şeylerden birini helal veya helal kıldığı şeylerden birini haram kılsa, ona yasak koysa ne yapmış olur? Kendisini “Rabb” ilân etmiş olur. İster bunu açık açık söylesin isterse söylemesin hüküm değişmez. Bu adamın bu hareketini kabul edenler de bu adamı “ilâh ve rabb” kabul etmişlerdir ve putçu olmuşlardır.
Bütün bunlar karşısında her Müslüman bilecek ve inanacak ki, bir kimse Kur’ân’ı anayasa olmaktan, şeriatı devletten ve devletin bütün müesseselerinden kaldırıp, bunların yerine şunun veya bunun kanunlarını, şunun veya bunun ilkelerini getirse, küfre gitmiş, kâfir olmuş olur. Artık, ondan Tevhid gitmiş, şirke sapmıştır.
Artık o kimsenin binlerce “Lâ ilâhe illallah” demesi, namaz kılması ve diğer ibadetleri yapması fayda vermez, onu kurtarmaz. Bir kazan suyu, nasıl bir damla necis murdar ederse, Tevhid kazanına da bir damla şirk katıldı mı, artık onda hayır kalmaz, imân kalmaz. Bu duruma düşmüş bir imânı Allah kabul etmez. “Ortaklarım arasında en cömert olanı benim. Bir kimse benim haklarımdan birinde bir kimseyi bana ortak yaparsa ben hepsini ona veririm” meâlindeki kudsî hadis, bu hakikatın bir ifadesidir.
Kezâ; “Bir kimse Lâ ilâhe illallâh derse cennete gider” meâlindeki Peygamber hadisi de, bütün şümûlüyle, Tevhid’in önemini ifade etmektedir. Yani Allahu Azîmüşşan’ın bütün hak ve sıfatlarına inanacak, ne kendisinin ne de başkasının bunlara tecavüz ve müdahele etmesine asla rıza göstermeyecektir.
Kendisinin kul olduğunu, emir kulu olduğunu, dünyaya kanun yapmak için değil, Rabbi’nin gönderdiği kanunlara göre yaşamak üzere geldiğini kabul ve tasdik edecektir ve bütün varlığıyla ve gönül rızası ile teslim olacaktır. Esasen; ibadet ve ubudiyette bulunmanın mânâsı da budur.
İbadet
Burada mühim bir noktaya temas etmek gerekmektedir ki, o da ibadettir, ibadet kelimesinin ifade ettiği mânâdır ve şümûl sahasıdır. Bazılarının anladığı ve yanıldığı gibi ibadet, sadece İslâm’ın beş şartından ibaret değildir. Onun şümûl sahası çok geniştir. Şöyle ki:
İbadet demek; Müslümanın bütün söz, fiil ve hareketlerinde, muamelelerinde, oturup kalkmasında, girip çıkmasında, çalışıp kazanmasında, harcamasında, yiyip içmesinde, hâsılı dünya ve devlet işlerinde, -İslâm’ın beş şartında olduğu gibi- hep Rabbi’nin emrine, Rabbi’nin tâlimat ve kanunlarına göre hareket edecektir; hem de seve seve hareket edecektir.
TEBLİĞCİNİN EL KİTABI - CEMALEDDİN BİN REŞİD رحمة الله عليه
Heute | 979 |
Insgesamt | 4715321 |
Am meisten | 42997 |
Durchschnitt | 1754 |