12-09-2017
TÜM ÖĞRETMENLERE TEBLİĞ MAHİYETİNDE AÇIK MEKTUP
Hamd, Alemlerin Rabbine; Salat ve selâm, Peygambere, Allah'ın hidayeti, rahmet ve bereketi hakkı arayan, haktan yana olan, hakkı müdafaa edenlerin üzerine olsun!..
Ey ilim makamında bulunan Muallimler!
Sefir ve konsoloslara tebliğ mahiyetinde yazdığımız açık mektubun birinci bölümünü aynen alıyor ve diyoruz "Siz kim? Biz kim?" önce taraflar birbirini tanısınlar ve değerlendirmeyi ona göre yapsınlar.
Hemen şunu ilave edelim ki, hepimiz aynı milletin evladı, aynı ülkenin sakinleri, tüm insanlığın birer parçası ve beşer âilesinin birer ferdi olarak mesulüz, birbirimize karşı mesulüz, tarih önünde mesulüz, (inananlar için) Allah'ın huzurunda mesulüz...
O hâlde birbirimize karşı düşman olarak değil de dostça davranan, iyi niyet taşıyan, birbirimize faydalı olmayı nazar-ı itibara alan bir davranış içinde olmamız gerekmez mi? Elbette gerekir değil mi?
Önce birkaç ayet meali:
1- "Hüküm (hakimiyet, kayıtsız ve şartsız) Allah'ındır. O emretti: Kendisinden başkasına ibadet (ve ubudiyette bulunmayacak ve ancak kendisine kulluk) edeceksiniz. İşte dosdoğru din bu! Lakin, insanların çoğu bilmezler." (Yusuf, 40)
2- "Dinde ikrah yoktur. Doğruluk sapıklıktan ayrılıp seçilmiştir. Artık kim tağuta küfreder, (red ve inkât eder) ve Allah'a imân ederse, işte o, ayrılması olmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah, herşeyi hakkıyla bilir ve işitir." (Bakara, 256)
3- "Sakın zulmetmiş olanlara en ufak meyille meyletmeyin, sonra size de ateş çarpar." (Hud, 113)
4- "O gün dostlar, birbirine düşmandır. Yalnız takva sahipleri müstesna!" (Zuhruf, 67)
5- "Yüzleri ateşte (pişirilip) çevrildiği gün derler ki, Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik. Ve derler ki, Ey Rabbimiz! Biz beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi yoldan sapıttılar. Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve onları büyük bir lânetle lânetle!" (Ahzab, 66-68)
6- "Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf (me'mur) olanlar, büyüklük taslayanlara (amir makamında bulunanlara) dediler ki: Biz size uymuştuk. Şimdi siz, bu ateşten küçük bir parçayı bizden savabilir misiniz? Büyüklük taslayanlar da dediler ki: Hepimiz de onun içindeyiz. Allah, kullar arasında (böyle) hüküm verdi. (Biz kendimizi kurtardık mı ki, sizden azabı hafifletelim? Ateştekiler, cehennemin bekçilerine dediler ki: Ne olur) Rabbinize dua edin de hiç değilse bir gün, bizden azabı hafifletsin. (Bekçiler) dediler ki, Size peygamberleriniz (veya varisleri mucizelerle, delillerle) gelmezler miydi? Evet, (geldilerdi) dediler. Kâfirlerin duası da hep sapıklıktadır. (çıkmazdadır) (Mümin, 47-50)
7- Ey kavmim! Neden ben sizi kurtuluşa çağırdığım hâlde, siz beni ateşe çağırıyorsunuz? Siz beni, Allah'ın inkâr etmeye ve bilmediğim şeyleri ona şirk koşmaya çağırıyorsunuz; bense, sizi O aziz ve çok bağışlayana çağırıyorrum." (Mümin/ 41-42) (Bunlar, Musa Aleyhisselâm'ın hitabesi)
8- "Rabbimizin ayetleri gelince onlara inandık diye sen bizden intikam alıyorsun! (Öyle mi?) Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır dök ve bizi müslümanlar olarak öldür!" (A'raf/126) (Firavn'ın ölüm tehdidine karşı Musa Peygamber'e inanan sihirbazların cevabı)
9- ve Allah, mü'minlerin üzerine kâfirlere asla yol vermeyecek (hakimiyyet ve velayet hakkı tanımayacak..) (Nisa/141)
10- "Kendilerine apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman, kâfirlerin yüzlerinde inkar (belirdiğin)i anlarsın. Neredeyse kendilerine ayetlerimizi okuyanların üzerine saldıracaklar. De ki: Size bundan (bu kin ve öfkenizden) daha kötü bir şey haber vereyim mi? Ateş! Allah onu kâfirlere vadetmiştir. Ne kötü sonuçtur (o)! (Hacc/72) ve son;
11- "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti -biz kitapta insanlara açık açık belirttikten sonra- onları ketmedenler (var ya), işte onlara hem Allah lanet eder, hem de lanetçiler lanet ederler." (Bakara/159)
Biz ve siz:
Bizler kim? Sizler kim? Önce, mezkûr ayet-i celilelerin ışığı altında ve etrafında tanışalım:
BİZLER
Bizler, Elhamdülillah, müslümanız; Allah'ın hakimiyetine, Hz. Muhammed (S.A.V.)'in peygamberliğine inanan; Kur'ân'ın anayasa, şeriatın kanun, devletin İslâm devleti olmasını isteyen; tağutları red ve inkâr edip kabul etmeyen ve aynı zamanda bütün bunları bilme yolunda mahrûm bırakılan, bunlardan haberdar olmayan ve olamayan, bunlaru yarım veya yanlış bilip kabul e tasdikten imtina' eden ve cehaletine kurban giden makam ve mevkii ne olursa olsun! -Fert ve cemaatlere: Yani; işçi ve işverenlere, âmir ve me'murlara, öğretmen ve öğrencilere, asker ve siyasilere, polis ve jandarmalara, hâkim ve savcılara, hacı ve hocalara, kadınlara ve kocalarına, devletin başındakilere ve valilere... hasılı, istisnasız bütün bir millete tebliğ eden ve bunun için yola çıkan ve bu arada Allah'tan başka kimseden korkmayan, şehid olmayı da böyle mübarek bir cemaatin başında ağır mes'uliyet taşıyan bir kişiyiz.
Keza; bizim ne partimiz var ne de martimiz. Falancı veya filancıda değiliz.İran hakkındaki görüşümüz belli ve açıktır; Eh-li Sünnet uleması Şia Mezhebi hakkında ne düşünmüş, neye karar vermiş ise, tekfie etme yoluna girmeyip hepsi ehl-i kıbledirler ve müslümandırlar, demişlerise, biz de öyle diyor ve müslüman olduklarını kabul ediyoruzve buna göre bu millete karşı durum ve tutumumuzu ayarlamış bulunmaktayız ve bu halimiz, müslüman oluşumuzun ve sünni oluşumuzun bir gereğidir ve her müslüman da bundan farklı düşünemez ve düşünmemelidir. Yoksa biz, ne biat etmişiz ne de şii olmuşuzdur. Esasen, o kardeşlerimiz bizden böyle şeyler istemiyorlar ve istemediler. Buna binaen; hakkımızda başka türlü söyleyenler yalan söylüyor ve iftira ediyorlar. Onları ispata davet ediyoruz.
Ve yine biz diyoruz ki;kaynağımız Kur'an örnek ve önderimiz Hz. Muhammed'dir. müslümanız ve müslümanlardan biriyiz. Adımız ne olursa olsun, mühim değil!..
Keza biz,ne millet düşmanıyız ne de vatan haini!Millet bizim milletimizdir; vatan da bizim vatanımızdır, toprakları ecda kanıyla sulanmıştır. Mehmetçikler de bizim evlatlarımızsır... Biz bunlara karşı değiliz. Karşı olamayız da.
Biz; milletimizin din ve imanına, tarih ve kültürüne, örf ve adetine şahsiyet ve seciyyesine, kitap ve sünnetine uymayan zihniyete karşıyız. Biz;Kur 'an'ı anayasa olmaktan ,şeriatı kanun olmaktan kaldıran, devleti İslam'dan ayıran puta ve put kanunlarına karşıyız. Biz zulme karşıyız, biz haksızlığa karşıyız, biz hürriyetsizliğe karşıyız, biz fanileri putlaştırıp, onlara ilâh diyen ve dedirten kâfirlere karşıyız, biz gençleri kamplara ayıran, hapishaneleri anarşist dedikleri bu gençlerle dolduran Kemalizm cereyanına karşıyız, biz faiz müesseseleri kurup sömürü düzeni getiren ,ticari hayatı felce uğratan, devleti korkunç rakamlara balığ milyarlar borca sokan, elli altmış yıldır kalkınma teranileriyle oyalayan ve fakat fakir ve muhtaç duruma düşürüp gayr-i müslim ülkelere işçi olarak salan ve o vatandaşlarımızı, hususiyle genç neslini kültür ve kökünden kopma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan devlet politikasına karşıyız ve nihayet biz,tağut ve put rejimlerine ve karşı olmaya da devam edeceğiz.
Mecburuz ve sorumluyuz:
Ve, yukarıda sıraladığımız ve daha nice benzeri şeylere karşı olmamız, imanımızın gereği, dinimizin icabıdır.Dolayısıyla böyle olmak mecburiyetindeyiz. Aksi halde bunun hesabını veremeyiz. Ahirette siz bile, bunların hesabını bizden sorar, hakkımızda şikayetçi olur ve;''Yarabbi!Bunları lanetle!..Çünkü bunlar, mallarından ve canlarından korktular de bize senin ayetlerini anlatmadılar...'' dersiniz.
Binaen aleyh;biz, Allah'tan korkar lânete uğrama ve mel'un olma durumuna düşmekten yine Allah'a sığınırız. (Yukarıda mealini verdiğimiz, Bakara suresinin 159. aterini bir kez daha okuyun!..)
İşte biz:
Ve işte biz, buyuz! Herkes bizi, içinde bulunduğumuz hareketi ve bu hareketi yürüten müslümanları böyle bilsin! Sizler de böyle bilin! ..Tenkide açık, munazaraya hazırız ve açığız; gizli kapalı bir tarafımız yoktur. Hatalarımız varsa yazılsın!İlim adamları fikir adamları yazsın! Laf istemeyiz, yazılı isteriz!.. İşta meydan!..
Ve nihayet ; biz,buyuz ve, inayet-i hakla böyle olmaya devam edeceğiz...
Şimdi sıra sizde:
Yukarıdaki satırlarımızda öğretmenlik makamında bulunan sözlere hitap etmiş, "Siz kim biz kim?" sualine cevap aramaya ve bu arada, teşkilât olarak, bizim kimler olduğumuzu açık açık anlatmaya ve tanıtmaya çalışmıştık. Şimdi sıra size gelmiştir. "Sizler kimlersiniz?" sualine cevap arayalım:
Sefir ve konsoloslara da söylediğim gibi; siz ya müslüman bir milletin temsilcileri, ya da İslâm olmayan tağutî bir düzenin bekçilerisiniz.
Birinci şıkkı kabul ettiğiniz ve ettiğimiz takdirde sizlere düşen çok mühim şeyler vardır. Herşeyden önce bulunduğunuz makamın ve bu makamın sizlere tahmin ettiği mes'uliyetin ve bu mes'uliyetin nesillere ve asırlara hitap edişinin, geniş kitleleri etki sahasına alışının şuur ve idraki içinde olmalısınız. Muallim ve mürebbi makamında bulunuyorsunuz; nesiller, ilmi de terbiyeyi de sizden öğrenecekler, size ayak uyduracaklar, size bakacaklar ve sizi örnek alacaklardır. Fikir yapıları, düşünce sistemleri, hayata bakışları, Allah, kâinat ve insan anlayışları size göre şekillenecektir. Din ve ibadet, amel ve ahlâk mevzularında da, giyim ve kuşamlarında da, kazanma ve harcamalarında da ve nihayet tüm beşeri münasebetlerinde sizi taklit edecekler, size ayak uyduracaklar, sizin gözlüklerinizle her şeye bakacaklar, hayatı size göre değerlendireceklerdir. Yani, onlar siz, siz onlar olacaksınız.
Demek oluyor ki, gelecek nesillerin şekillenişi, şahsiyet ve karakter kazanmaları, hep size göre ve hep sizin telkin ve terbiyenize göre olacaktır. Bir kelime ile; gelecek nesli siz inşa edeceksiniz. Balmumu mesabesinde olan millet çocuklarına sizler şekil vereceksiniz, renk vereceksiniz, siz şahsiyet kazandıracaksınız...
Müslüman olduğunuza göre ve müslüman çocuklar size emanet edildiğine göre sizlere tebliğ ediyor ve diyoruz ki, çocuklara ders verirken, onlara önce "İslam nedir, ne değildir?" sualine cevap veriniz; şunun veya bunun anlatışına göre değil de İslâm'ın öz kaynaklarına inerek veya bu kaynaklara inenlerden öğrenerek, din hakkında malûmat sahibi olunuz, tam malûmat sahibi olunuz! Yarım kalmayınız! Atalarımız; "Yarım molla dinden, yarım hekim candan eder" demişlerdir. Esasen çektiğimiz sıkıntılar da hep yarım veya yanlış bilenlerden kaynaklanmaktadır.
Müslüman olduğunuza göre, bilecek ve inanacaksınız ki, Din ilâhî bir kanundur, Allah kanunudur. Melek vasıtasıyla zamanın peygamberine gelmiştir, vahye dayanır. İnsanlar için gelmiştir, insana insanlığını öğretmek için gelmiştir.
Dinin; İmân ve ibadeti, ahlâk ve siyaseti ilgilendiren bir sistemi, bir hareket tarzı ve bir hayat nizamı vardır. Hem de bunlar cihanşümul ve zamanşümuldür. İnsanoğlunun bütün söz, fiil ve hareketleri hakkında hüküm ve müeyyideler getirmiştir. Günün birinde insanoğlunun her attığı adımdan, her kaldığı elden, her yediği lokmadan, her konuştuğu kelimeden hesaba çekilecektir. "İnsan, kendisinin başı boş olarak yaratıldığını mı sanıyor?" şeklindeki âyet Kur'ân'ın beyanıdır.
Evet; insanoğlu başı boş değildir, Mutlak manada hür de değildir; kuldur, emir kuludur, Allah'ın kuludur. Yaratanın yerinde ve yurdunda bulunmaktadır ve yaşamaktadır. Mülkün sahibi; kendisine kul olmak üzere yarattığı insanoğluna kitap göndermiş; talimat, anayasa ve kanun göndermiş ve bütün bunlara uymasını emir buyurmuştur. Hele hele "Biz Kur'ân'da hiçbir şeyi eksik etmedik!" şeklindeki ilâhî mesajın karşısında artık insanoğlu kıskıvrak bağlanmıştır.
Ve yine bilecek ve inanacaksınız ki, din-devlet ayrımı yoktur. İslâm, bunu asla kabul etmez ve etmemiştir. İslâm'da din-devlet bütünlüğü vardır; biri bedense, diğeri ruhtur, biri etse, diğeri kemiktir; ikisi birbirini tamamlar. Esasen din bir bütündür, devlet onun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu ihtarladır ki, dinin ibadeti olduğu gibi, dinin siyaseti de vardır, devleti de vardır, anayasa ve kanunu da vardır. Malum olduğu üzere, siyaset bir mesaiyle de emir ve yasakları takip etmek, insanları ve milletleri idare etmek sanatıdır. İslâm bunun en güzelini getirmiştir. Susması ve sapması yoktur. Gediği ve hatası yoktur. Dört başı mâmurdur. Beşeri kanunlar ve anayasalar gibi yapboz tahtası değildir, kalıcıdır...
O halde "Rabbimiz Allah, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), anayasamız Kur'ân, kanunlarımız şeriattır" diyeceksiniz; Hübel'e kul, rejimine köle, kemalizme alet olmayacaksınız. Hübel de Allah'a kul olma, Kur'ân'ı anayasa kabul etme, şeriata bağlanma mecburiyetindeydi. Ama o bunları dilememiş, Allah'a karşı başkaldırmış, isyan etmiş, tağutlaşmış, Firavn gibi, kendini Rab yerine koymuş, küfrün ve kâfirin kanunlarını getirip milletin başına bela etmiştir. Bunların hesabını kendisi de veremeyecektir. Sakın ha! Siz böylelerinden olmayın! Bir kâfirin keyfi için, sizler dünya hayatınızı zindan etmeyin, ahiretinizi cehenneme çevirmeyin! Sizler öğretmensiniz, sizler aydın insanlarsınız Sizlere hiç yakışır mı ki, puta kul olsanız, put kanunlarının savunucuları ve tatbikçileri olasınız. Biliniz ve inanınız ki, Kemalizm demek, Mustafa Kemal'in putlaştırılması, sözlerinin herşeyin üstünde gelmesi ve her şeye yön vermesi, demektir.
Maalesef Türkiye'de manzara bu! Herşey -Kemalizme göre monte edilir; hürriyet diye bir şey yoktur; ne anayasalar, ne hükûmetler, ne siyasî partiler, ne de millet iktidar değildir, söz sahibi değildir, birer görüntü, kemalizmin birer kuklasıdır. Bu hususları sizler de çok iyi biliyorsunuz.
Yine bilecek ve inanacaksınız ki, istiklâl mücadelesinde memleket yabancı milletlerin ve devletlerin ordularından temizlenmiş, istilasından ve işgalinden kurtarılmış ise de onların kültür ve küfür istilasına uğramıştır. Ne örfü kalmış ne adeti, ne tarihi kalmış ne şahsiyeti, ne tesettürü kalmış ne de namusu... Her şeyi gitmiş, her şey emperyalizme feda edilmiş ve netice itibariyle bütün bir millet üç buçuk soysuzun yüzünden her şeyini kaybetmiştir. Devletin çarhı elli altmış seneden beri küfre ve kâfire doğru bilfiil döndürülmüştür. Meyhaneler açılmış, kerhaneler açılmış ve bu suretle sözüm ona meyhaneci ve kerhaneci olmuştur. Böyle olan bir zihniyet, sizin gibi, aydın, dost ve düşmanı tanıyan, kâr ve zararını bilen öğretmen camiasına devlet olabilir mi? Ve siz böyle bir duruma düşmeye tenezzül edebilir misiniz? Ve nihayet sizler; namussuz bir zihniyete, kerhaneci bir zihniyete nasıl "Benim devletim!" diyebilirsiniz?
Bilecek be inanacaksınız ki, İslâm Dini ilme karşı değildir, onun ilimle çatışan tek tarafı yoktur ve gösterilemez. Gayet açık ve kesin olarak bunu söylüyor ve yazıyoruz. Üstelik İslâm Dini ilmin ta kendisidir; insan ruhuna, insan tabiatına, insan hayatına ve insan mantığına tıpatıp uyan bir kaynak, bir sistem ve bir nizamdır. Her yönüyle ilimdir, hakikattir. Onun ilk emri "Oku!" olmuştur. O, tekrar tekrar oku demiştir. İlim tahsili için zaman ve mekân sınırı koymamış, "Beşikten mezara kadar" demiş, Çin'de de olsa gidip öğrenmeyi emretmiştir. İlim tahsilini ibadet addetmiş, ilim yolunda atılan her adımı cihad saymıştır. Alimlerin mürekkebiyle şehitlerin kanını aynı terazide tartmıştır.
Bilecek ve inanacaksınız ki, bunlar birer hikâye değil birer hakikattir. Dünya ilim adamları, uzun araştırmalardan sonra bu noktaya gelmişler, hakikatin bu merkezde olduğunu kabul ve tasdik etmişlerdir. Yüzlercesinden sadece birkaç örnek:
"İslâm, sadece bir din değil, aynı zamanda siyasî bir nizamdır." (Dr. V. Fitzgerald Muhammedan Law-ch, 1 p. 1)
"Hz. Muhammed, bir vakitte hem dini hem devleti tesis etti ve bu iki müessesenin sınırları birbirine uygundur." (C. A. Nallina-Cited by sir T. Arnold in his Book: The calliphate p. 198)
"İslâm ötesinde aynı zamanda siyasî bir nizamı temsil eder; sözün özü, islâm, din ve devlete şamil mükemmel bir ilim hazinesidir." (Dr. Sehacht Eneychopeadiaof social sciences Vol. VIII p. 333)
"Apaçıktır ki, İslâm hem din hem de siyasettir. Onu tesis eden hem bir peygamberdi hem de bir devlet adamı..." (R. Strothmann - The Encylopeadiya Iv. v. p. 350)
Ey ilim makamında bulunanlar!
Yukarıdaki satırlarımızda sizlere hitap etmiş ve "Siz kim, biz kim?" şeklinde bir soru sormuştuk. Kendimizi ve cemaatimizi yeteri kadar tanıtmış, makam ve mesuliyetimizi ortaya koymuştuk. Sıra sizlere gelmişti. Sizleri tanıma ve tanıtma babında da "Sizler; ya müslüman bir milletin temsilcileri veya tağuti bir rejimin bekçilerisiniz!" diye yazmıştık. Birinci şıkkı kabul ederek söylenmesi gerekeni söylemiştik. Şimdi sıra ikinci şıkka geldi.
Tağuti bir rejimin bekçileri:
Şayet sizler: "Hayır, biz, müslüman bir milletin temsilcileri değil, bizler kemalist rejimin bekçileriyiz. Biz bu rejime bağlıyız, biz devlete bağlıyız, biz Ata'ya bağlıyız; biz, şeriat filan tanımayız; şeriat gericiliktir. Esasen din ayrı, devlet ayrıdır; din, camide olup bitendir. Allah ile kul arasında bir vicdan işidir; dinin dünya işlerine, devlet işlerine, siyaset işlerine karıştırmamak lazımdır. Atamızın rejimi bunu böyle kabul etmiştir." diyorsanız, meseleyi kemalist rejime kaydıralım ve diyelim ki:
Kemalist rejim ne?
Kemalist rejim odur ki; dini devletten uzaklaştırmış, şeriatı kaldırmış, şeriyye ve şerî mahkemeleri lağvetmiştir; aile yönetiminden Kur'ân-ı Kerîm'i kaldırmış, yerine İsviçer -sözüm ona Medenî hukukunu getirmiştir; mahkemelerden Kur'ân kanunlarını kaldırmış, İtalyan ceza kanunlarını getirmiştir; eğitim ve öğretimde devrim ve devirme yapmış, dinî duygu ve düşünceden uzak materyalist bir eğirim sistemi getirmiştir; basından ve yayından İslâm'ın ahlâk ve terbiyesini kaldırmış, küfre ve fuhşa yer vermiştir; edebin yerine edebsizliği, haya yerine hayasızlığı koymuş, dinin getirdiği erkek-kadın arasındaki mesafe ve mahremiyeti kaldırmış, ve baş örtüsü diye birşey tanımamıştır; kadın-erkek bir arada içkili âlemler yapmış, sazlı ve danslı eğlenceler tertib etmiş ve edilmesine müsaade etmiştir; sütanne ve sütkızıyla evlenme babındaki Kur'ân yasağını hiçe saymış, "Sütanne, yoğurtanne tanımam!" diye alaylı bir eda ile onlarla evlenmeyi serbest bırakmıştır; gönülleri olduğu takdirde anasıyla dahi zina etmeyi suç saymamıştır; Kur'ân harflerini kaldırmış, yerine latif harflerini getirmiştir; üstelik adına da Türk alfabesi demek suretiyle yalan söylemiş ve millet evladını aldatmıştır; gerici yuvaları diyerek, milletin bin senelik kültürüne kaynak teşkil eden medrese ve tekkeleri kapatmış, yerlerine dinden uzak, imândan yoksun, halk evlerini, namus diye bir şey tanımayan localar ve salonlar açmıştır; bin senelik ecdadın o güzelim kılık ve kıyafetini kaldırmış, frenk kıyafetini, keşiş ve papaz şapkasını giymiş ve giydirmiştir; cuma tatilini kaldırmış, yerine kilise gününden ibaret pazar tatilini getirmiştir; bir Muharremi esas alan ve Hıristiyanlara mahsus olan takvimi getirmiştir...
İşte; bekçiliğini yaptığınız rejim ve bu rejimin hamisi Ata'nız!..
Dahası da var: Dinle ilgili ne varsa, dinin emir ve yasakları ne ise, bütün bunları devirmiş, ters yüz etmiş ve ettirmiştir.
Allah'ın haram ve yasak dediğine o, mubah demiş ve serbest bırakmıştır; dinin mubah saydığını, hatta emredip farz kıldığını o, terk etmiş ve ettirmiştir.
Allah ile yarışa gitmiş, Firavun gibi, kendisine "Rab" dedirtmiş; "Bizim Rabbimiz sen, her şeyi yaratan sensin, Samsun'a çıkan 'İlah'" sensin, biz sana kul olur ve sana taparız" diye şiir yazanları taltif etmiş; "Atatürk ekber! Atatürk ekber!" diye başlayan ezan uyduranlar; "Ey Samsun'a çıkan İlâh!" ve benzeri mısralar taşıyan mevlid yazanlar alkışlanmıştır.
Zaman zaman mezarının başına gidip saygı duruşu ismi altında rükû edenler; "İlham ve cesaretimizi senden alıyor, dertlerimizi sana şikâyet ediyor, sıkıştığımız zaman sana koşuyoruz!" diye ibadet ve ubudiyette bulunan kullar yetiştiren ve yetiştirmekte bulunan kemalist bir rejim ve Ata!
İşte bekçiliğini yaptığınız bir rejim ve kendisinden yana olduğunuz bir adam! Ne garip şey! Garib olduğu kadar da korkunç!..
Yine dahası da var. Bu da çok komik! Komik olduğu kadar da korkunç! Gerçi bunu açık açık söylemiyorsunuz ama; tutum ve davranışınızın mânâsı bu! Söz ve hareketleriniz bililtizam bunu ortaya koyuyor. O da şu:
"Bizler: zaman zaman müslümanlıktan dem vurur. "Allah" der isek de gözümüz ve gönlümüz Ata'mızdadır. Yani, bizim iki ilahımız var. Bunlardan biri Kur'ân'ın anlattığı "Allah", diğeri de "Mustafa Kemal"dir. Bize göre, bunlar aralarında bir iş bölümü yapmışlar, bizim ibadetlerimizi paylaşmışlardır. Camideki ibadetler "Allah"a yapılacak, cami dışındakiler ise, Mustafa Kemal'e yapılacaktır. Yine bizim iki anayasamız vardır. Biri Allah'ın adıyla başlayan Kur'ân anayasası, diğeri de "Ölümsüz ve eşsiz önder" gibi cümlelerle başlayan anayasa! Ve yine bizim iki dinimiz var. Biri "İslâm" ismini alan din, diğeri de "Kemalizm" adını taşıyan Ata'mızın yolu!..
İşte biz; karma ekonomi gibi karmalara sahibiz; iki ilâh, iki anayasa ve iki din karması! Fakat böyle karmalara sahip olan bizler, bir tercih sırası geldiğinde yani, bu karma arasında bir çatışma olursa, biz Ata'mızın yanındayız; O, ne demiş ise, ona bakarız, onun dünyasında yaşarız, onun ilke ve inkılabları doğrultusunda yürür, söz ve sohbetlerimizi onun istikametinde ayarlarız!..
Ey Muallimlik makamını işgal edenler!
İşte; yukarda mühim bir kısmını sıraladığım düşünüş ve davranışlar, inanış ve hareketlet, devrim ve devirmeler nedir? Biliyor musunuz? "Biz, tağut bir rejimin bekçileriyiz!" demenin altında yatan melanetlerdir; insan şeref ve haysiyetinden, namus ve şahsiyetinden mahrum bırakan, kula kul yapan, küçüldükçe küçülten, sapıklık ve şirke saptıran ve putperestliğe götüren, dinsiz ve donsuz yapan ve neticede esfel-i safiline yuvarlayıp dünyada zelil, ahirette rezil eden korkunç bir manzara, feci bir akıbet!..
Adam gelecek; kâinatın sahibi ve yaratıcısı olan , eş ve emsal kabul etmeyen, tek ve ezelî olan, Allah'ın değişmez, bölünmez ve parçalanmaz kanunundan ibaret olan İslâm dininin altını üstüne getirecek, müslüman bir millete, dünya tarihinin görmediği bir hakareti, ihaneti ve hıyaneti yapacak, kültürünü namus ve haysiyetini küfre ve kâfire peşkeş çekecek, zulmün ve küfrün daniskasını yapacak ve bu suretle deccalleşecek; sizler de bir taraftan bunun bekçiliğimi yapacaksınız, bir taraftan da öğretmenlik makamını, ilmin haysiyet ve şerefini muhafaza etmiş olacaksınız! Öyle mi? Buna imkân var mı? Bu ne korkunç şey!:. Müslüman bir millet; gözbebeği olan yavrularını size nasıl emanet edecektir? Size nasıl güvenecektir? Bugün hapishaneler, anarşist dedikleri gençlerle dolu! Bunların bir kısmı da, Deniz Gezmiş gibi darağacında can verdi!.. Bunları bu hale getiren sizler oldunuz. Atanızın ve putunuzun, dine karşı yaptığı ihanet ve hıyanetin acı neticeleridir. Değil mi? Putunuz, putperestlik sistemini koydu, sizler de uyguladınız. O "Rab" oldu, sizler de ona kul oldunuz. Aklınızı çalıştırmadınız, kime ve hangi zihniyete hizmet ettiğinizi düşünmediniz. Korkunç bir oyuna geldiniz ve getirdiniz.
Tezgâhlanan bu oyunun tezgâhçıları, asırlarca sizin dedelerinize saldırdılar. Fakat uyanık ve şahsiyetli dedeleriniz, bu saldırılar karşısında kale gibi durdular, yıkılıp eğilmediler. Namusunun da mukaddesatının da muhafızlığını ve bekçiliğini yaptılar da haysiyet ve şeref kazandılar.
Fakat, cepheden gelen bu saldırıların fayda vermediğini gören İslâm'ın düşmanı ne yaptı? Sahne değiştirdi ve yeni aktörler buldu; atasızları size ata yaptı, İlâh yaptı, Rab yaptı!.. Sizler de yeni sahnelere ve yeni aktörlere kandınız ve oyuna geldiniz de asıları ve nesilleri mahvu perişan ettiniz; ellerinize teslim edilen o melek gibi çocukları şeytanlaştırdınız; milletine ve mehmetçiğine silâh çeker hâle geldiler ve bilfiil çektiler. Dün başörtüsüne ve namusuna toz kondurmayan ve o yolda şehit olmayı göze alan kahramanlarla, edep ve haya timsalleriyle dolu olan Anadolu, bugün başı ve kıçı açıklarla, dinini ve donunu kaybetmiş gençlerle dolu... Bunları bu hale getiren sizlersiniz; putunuzun sistemi, sizin uygulamanız! Ata'nız da zaten öyle demişti: "Muallimler! Yeni nesil sizin olacaktır!" İşte, yeni nesil sizin oldu; hapishaneler anarşistlerle, sokaklar dinsiz ve donsuzlarla doldu... İşte putunuz ve işte ilke ve inkılabları! İşte siz ve sizin yeni nesliniz' Beğendiniz mi? Şimdi anladınız mı, nasıl bir oyuna geldiğinizi? Aklınız varsa anlamış olmanı gerek!..
Tebliğ ve tavsiyelerimiz:
Biz; anladığınız ve anlayacağınızı farz ederek, birkaç tavsiye ve bir-iki tebliğle şimdilik bahsi bitirelim:
Ey muallimler!
Ölenleriniz belasını buldu: "Sizler de ve Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odunusunuz!" mealindeki ayet-i kerime fehvasınca putlarıyla beraber cehennemi boyladılar ve cehenneme odun oldular!.. Şimdi sıra sizde! Bir gün gelecek, siz de öleceksiniz. Ama bugün, ama yarın! Fakat mutlaka öleceksiniz!..
Geliniz; aklınızı başınıza alıp Allah'a şükrediniz; bu tebliğciyi dinletiniz, tevhid bayrağına sarılınız; "Rab birdir, yaratan birdir, kanun koyan birdir... O da Allahu Azimüşşan'dır". Anayasa birdir. O da Kur'ân-ı Kerim'dir. Önder ve lider birdir. O da Hazreti Muhammed (s.a.v.)'dir. Din birdir, O da İslâm'dır.
İslâm; hem din, hem devlettir; hem ibadet, hem siyasettir. Dini devletten, devleti dinden ayırmak mümkün değildir. Ruhla beden gibi bunlar birbirini tamamlayan iki unsurdur. Bunları birbirinden ayırmaya kimsenin gücü yetmez; ayırmak şirk olur, kâfirlik olur!..
Ecel gelmeden, işte böyle deyin! Hem kendiniz böyle deyin, hem de size teslim edilen o millet evlâdına böyle dedirtin! Ve onlara deyin ki, "Sizi atanız, atası belli olmayanlar değil, Adem Aleyhisselâm'dır; milletiniz İbrahim Aleyhisselâm'ın milletidir ve siz bir ümmetiniz; Hazreti Muhammed'in ümmeti!.. Anayasanız Kur'ân, kanunlarını şeriattır. Şeriat İslâm demek, Allah'ın dinini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Böyle bir işe yeltenenler, kendilerini put ilan etmişlerdir." Ve nihayet; sınıfa girdiğiniz de yeni nesli İslâm'ın selâmıyla selâmlayın; besmele ile derse başlayın ve Allah'ın vahdaniyet ve hakimiyetinden, dinin şeref ve kutsiyetinden bahsedin! Meallerini kaydedeceğim Fatiha ile, Ayet-el Kürsi ve İhlâs Suresi ile dersi bitirin!.. Size düşen budur ve size yakışan da budur. Mealleri:
"Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla!
1- Alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun.
2- (O) Rahmandır, Rahimdir.
3- Ceza gününün sahibidir.
4- Ya Rabbi! Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz.
5- Bizi doğru yola ilet.
6- Nimet verdiğin kimselerin yoluna.
7- Kendilerine gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil. (Fatiha)
Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur; daima yaşayan ve yaşatandır, daima duran ve durdurandır; kendisini ne bir uyuklama ne de bir uyku tutmaz; göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur; O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir; O'nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar; O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır; onları koruyup gözetmek kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür. (Ayet- el Kürsi)
1- De ki: Allah birdir.
2- Allah sameddir (her şey O'na muhtaçtır, fakat O, hiçbir şeye muhtaç değildir.)
3- Kendisi doğurmamış ve doğurulmamıştır.
4- Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır. (İhlâs Suresi)
Not: Ey Muallimler, bu yazdıklarımız doğrudur; İslâm'ın ruhuna da metnine de uygundur. Şayet bir itirazınız varsa, lafla değil yazılı olarak bildirirsiniz! Buna hakkımız vardır; fakat dipte köşede laf etmeye hakkımız yoktur. Medenî insana yakışmaz!..
TEBLİĞ MAHİYETİNDE AÇIK MEKTUPLAR - CEMALEDDİN BİN REŞİD رحمة الله عليه
Heute | 296 |
Insgesamt | 4845152 |
Am meisten | 42997 |
Durchschnitt | 1790 |