12-09-2017
ULEMA MAKAMINDA BULUNANLARA TEBLİĞ
Ulema makamında olanlara bir tebliğdir:
Bu yazımızla da ulema makamında bulunan ve esas görevi tebliğ olan ve fakat, küçük hesaplar peşinde koşup büyük hesap gününü unutan, asıl vazifelerini tam yapmayan, Ümmet-i Muhammed’in yanlış yola girip fesada gitmesine sebep olan Dolayısıyla A’raf Suresinin; "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti, biz kitapta açıkladıktan sonra, gizleyenler (varya), işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanetçiler lanet eder." Mealindeki 159. ayetinin;
Ahzab Suresinin; "Yüzleri ateşte (pişirilip) çevrildiği gün derler ki: Eyvah bizlere keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik. Ve derler ki: Rabbimiz! Biz beylerimize ve büyüklerimize uyduk ve onlar bizi yoldan sapıttılar. Rabbimiz! Onlara azabtan iki kat ver onları büyük bir lanetle lanetle." Mealindeki 66. ve 67. ayetlerinin; ve "Hakkı söylemeyen dilsiz şeytandır." Mealindeki hadis-i şerifin muhatabları olma tehlikesine düşen, Bel’am tipi bir durumla karşı karşıya kalıp uçurumun kenarına gelen, günün tabiriyle din görevlisi ismini alan hocalara hitab edip, onları insaf ve intibaha davet ederek, halisâne dua ve niyazlarımızla tebliğ ediyor, vicdanlarına sesleniyor ve diyoruz ki:
Ey Ulema, Ey Mustahfazlar (kitabın muhafızları), Ey Rabbaniyyun, Ey Beni İsrail peygamberleriyle mukayese edilenler, Ey peygamber varisleri, Ey Allah Resülünün halef ve halifeleri, Ey Hoca Efendiler, Ey İrşad makamında bulunan vaizler ve Ey Peygamber postunda oturan Müftüler!
Yukarda meallerini kaydettiğimiz ayet-i celilelerin tefsirini, hadis-i şerifin tahlilini hep birlikte okuyalım ve yapalım da bunların ışığında söz, fil ve bareketlerimizi, telkin ve tavsiyelerimizi, ikaz ve irşadlarımızı yine hep birlikte gözden geçirelim; mevcut durumumuzu tesbit ederek, kendimize gelelim, kendimize acıyalım; ecel gelip kapıyı çalmadan verdiğimiz ahdi yerine getirelim, ketmettiklerimizi açık açık söyleyelim, verdiğimiz tavizleri geri alalım, putu ve putperestliği koruyacağımıza dair yaptığımız yemini bozalım, attığımız imzayı geri alalım ve bu suretle tevbe istiğfar edip gözyaşı dökerek, Rabbimize yalvaralım...
Ve netice itibariyle "Zararın neresinden dönülürse kârdır" kabilinden hem kendimizi hem de Ümmet-i Muhammed’i uçurumun kenarından kurtaralım! olmaz mı!..
Kısm-ı azamınızın yaşlısı olan, mal varlığını düşünmeyen, Kur’an’ın anayasa, İslamın devlet olmasından başka gayesi olmayan bu kardeşinizde bir art niyyet düşünmeyin, hakkımızdaki söylentilere kulak vermeyin! Gelen haberleri tahkik edin ve bilin ki, bu kardeşiniz de en azından sizin kadar mes’uldür ve mes’uliyyetini müdriktir. Türkiye’de put kanunlarının hakim olduğunü, şirk düzeninin hüküm sürdüğünü, terör havasının kasıp kavurduğunu bilen, gören ve bizzat müşahede eden ve kurtuluşun ancak, İs1am Devletinin kurulmasıyle mumkün olacağına inanan ve aynı zamanda sizlerin dünyevi ve uhrevi menfaatinı düşünen bu kardeşinize kızmayın! Yazdığı tebliğ yazılarını okuyun, tekrar tekrar okuyun! Meslekdaşlarınızla birlikte okuyun ve derin derin düşünün! Yanlışı varsa yazılı cevap verin, mektup gönderin!.. Şayet yazdıkları doğru ise, mutlaka uyun! Ve kimseden korkmayın! Düzenin put düzeni, şirk düzeni olduğunu, hiç olmazsa ev sohbetlerinde anlatın! Bu hususta yazılmış yazıları okutun, doldurulmuş bantları dinleyin ve dinletin ve bu suretle İslamın devlet olmasına doğru giden kervanın başını çekin!.. Size düşen budur, size yakışan budur. Tebliğ bizden, tevfik Rabbimizdendir.
Bilindiği üzere, ulema makamında olanlar, o kadar mühimdirler ki, insanların; insan olma derecelerini, geçe geçe meleklerin de ötesinde ve üstünde Ala-i illiyyine çıkmalarına vesile olabilecekleri gibi, insanların, insanlığını kaybede ede şeytanlaşmalarına ve bu sebeple Esfel-i safiline yuvarlanıp gitmelerine sebep olabilirler. Birinci kısma giren ulema, peygamber varisleridir. İkinci kısma giren ulema ise, Bel’amların varisleri ve temsilcileridir.
Muhterem Hoca Efendiler! "Dünyayı fesada veren üç put" başlığı altında sizlere bir yazı takdim etmiştim. Bu üç put: Firavun, Karun ve Bel’am. Bunlardan birincisi siyasi iktidarına (devlet gücüne), kapital ve mal varlığına dayanarak kendilerini putlaştırmışlardı ve birer put olduklarından korkmuş, ikincinin ise, malına ve parasına tamah etmiş de din kisvesine bürünerek, o iki puttan yana olmuş, onları desteklemiş, onların köpekliğini yapmış ve nihayet onlar gibi, bir put da kendisi olmuştur.
Bu üçüncü put; Firavn ve karun tipi putlardan daha çok şedit ve daha çok zararlıdır. Çünkü, Firavun ve Karun gibi putları insanlara anlatmak ve onların birer put olduğunu kabul ettirmek kolaydır. Fakat, Bel’am tipi putları anlatmak ve kabul ettirmek çok zordur. Çünkü, bu put, diyanet makamında ve ilim mevkiindedir. Üstelik, üzerinde din kisvesi ve ilim şerefi vardır. Bakınız; Bel’am ne yapar? Bu mukaddes şeyleri kendisine siper eder; kendisini de Firavun ve Karun tipi putlara siper eder ve onları korur. Dalkavukluğun da ötesine onlara köpeklik yapar...
Kur’an Bel’am’ı şöyle anlatır:
"Onlara şu adamın haberini oku: Ona ayetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı çıktı. Şeytan onu peşine taktı ve böylece azgınlardan oldu. Dileseydik elbette onu o ayetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandi ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı şu köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur (salyalarını akıtır) bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat! Belki düşünür ibret alırlar." (Sure 7:175-176)
Biline ki, günümüzün Firavun'u ve Karun'u birleşmiş ve tek vücut haline gelmiştir. Ve Kemalizm ismini almıştır. Zira "Kemalizm demek, Mustafa Kemal’in kendisinin putlaştırılması, sözlerinin de herşeye yön verir hale getirilmesi demektir. Yani günümüzün putunda iktidar ile mal varlığı birleşmiştir. Ceza veren de bu iktidardır maaş veren de bu iktidardır.
Birleşerek tek vücut haline gelen günümüzün putu bu iktidar, kendisine mühim bir Bel’am ve çok büyük bir destek bulmuştur. Bu, bugünkü Diyanetin tepesindeki zihniyet! Kemalizm putu, 50-60 senedir aradığı Bel’amı bulmuştur, bugün. Ve bu suretle Çankaya senatörünün talep ve arzusu yerine gelmiştir. Kontenjan kadın senatör şöyle demişti: "Atatürk, mihrabtan geçmedikçe millete mal olmaz!.." Artık bu arzu bugün yerine gelmeye başlamıştır. Birkaç misal:
1. İcraat anayasa çizgisinde: Bel’am zihniyeti, Diyanetin tepesine geldiği gün: "Ben bu müesseseyi anayasanın çizgisinde yürüteceğim" demişti.
Anayasa ise, Kemalizmin çizgisinde...
2- Bel’am zihniyetinin Diyanetin tepesine gelişinin arefesinde, Diyanet gazetesinin kapağında Kemalizm, Samsun'dan doğan bir güneş gibi gösterilmişti.
3- Senenin belli günleri için hazırlanan hutbelerde artık Kemalizm yer almıştır.
4- İstisnasız bütün müftülüklere ve bütün Kur’an kurslarına Kemalizmin putu asılmıştır.
5- Bastırılan Diyanet takviminde yine senenin belli günlerinde Kemalizm medh edilerek millete takdim edilmektedir.
6- Elhasıl, günün Bel’am’ı günün Diyanetinin başına gelip oturmuş, günün putu Kemalizmi Kur’an kurslarından ve camilerden geçirmek suretiyle millete mal etmeye çalışmaktadır.
Ey Hoca Efendiler! Ey Müftüler, Vaizler! Ve Ey İmamlar! Haberiniz olsun ki, bu Bel’am zihniyeti, sizleri de putperestliğe alet edip Bel’am yapmaya çalışmaktadır. Sizleri oyuna getirip Kemalizmi koruyacağınıza yemin ettirmiş ve imza almıştır. Sizlere bunları tebliğ ediyor ve diyoruz ki, sakın ha! Tepedeki Bel’am zihniyetine alet olmayın!.. Geçen tebliğde de yazdım: Sizler Bel’am olamazsınız, sizler kemalist olamazsınız, sizler Kemalizmin mihrabtan ve minberden geçmesine rıza gösteremezsiniz. Firavn ve Karun putunun birleştiği bu puta kul-köle olamazsınız, sizler bunu övemezsiniz, sizler bu puta dua edemezsiniz... Onun nasıl bir melanet olduğunu Rıza Nur’un "Hayat ve Hatıratı" isimli kitabından bir daha okuyun! Yerli ve yabancı kaynaklara dayanarak nesebi meçhul bu putu iyi tanıyın ve bu hususta yapılacak neşriyatı takib edin!..
Hoca Efendiler! Sizler Allah’a ve O’nun birliğine inanan ve O’na kul olan insanlarsınız; Sizler Hz. Muhammed’e ümmet olma ve O’na varis olma şerefine inanan hocalarsınız. İslama hizmet etmiş bir milletin torunlarısınız. Size düşen:
Neslinizi ve insanlığı, birer Bel’am olup esfel-i safiline değil, varislik makamınızı muhafaza edip onları a’la-i illiyyine yükseltmektir. Size düşen budur. Yakışan da budur. Bu tebliğleri okuyup okutacaksınız, ev sohbetlerinde okunması için çoğaltıp dağıtacaksınız. Ve ne iktidar putunun hapishanesinden korkacaksınız ne de karun putunun kasasından. Allah’tan korkun! Rızık veren O’dur!..
Her zaman söylediğirniz gibi, ulema makamında olan sizlerin hayattaki fonksiyonu çok büyüktür. Bir memleketi yapacak da sizlersiniz yıkacak da sizlersiniz. Bu derece öneme haiz olduğunuz için, Tebliğ’in bu sayısında da belki bir sayı daha sizinle beraber olacağız. Meselelerimizi müzakere ederek mesuliyyetimizi paylaşacağız. Bu kardeşiniz yaşça hemen hemen hepinizden daha ilerde olup, belki biraz daha fazla kitap karıştırmış, hayatın acı-tatlı günlerini görmüş ve geçirmiştir. Bu itibarla aynı mes’uliyyet yolunun yolcularından biri ve aynı zamanda ağabeyiniz mesabesinde olan bu kardeşinizi dikkatle dinleyiniz:
Makamınız:
Sizler şerefli bir makama, üstün bir rütbeye sahipsiniz. Çünkü, sizler peygamberin varislerisiniz, sizler Beni İsrail nebileri gibisiniz, sizlerin salahı ümmetin salahıdır. Allah Resulü (s.a.v.) öyle buyurmuş:
"Alimler peygamberlerin varisleridir.",
"Benim ümmetimin alimleri Beni İsrail’in nebileri gibidirler.",
"Ummetim içinde iki sınıf vardır ki, onların salahı ümmetimin salahıdır, onların fesadı ümmetimin fesadıdır. Bunlar ulema ile ümeradır."
Muhterem Kardeşlerim:
Malum olduğu üzere, peygambere varis olmak, peygamber gibi olmak ne büyük şeref ve ne büyük rütbedir! Bundan daha büyük şeref olur mu? Bunun üzerinde daha yüksek bir rütbe düşünülemez.
Şurası da hiç unutulmamalıdır ki, "Her nimet bir külfet karşılığıdır." Sahip olduğunuz o makamın elbette o nisbette sorumluluğu vardır. Dolayısıyla çok ağır bir mesuliyyet taşımaktasınız; hem kendi mes’üliyyetiniz hem de bütün bir milletin mes’üliyyeti ve hem de günün şirkinden ibaret olan Kemalizm cereyanına kendilerini kaptırmış idare mevkiindekilerin mes’üliyyeti!.. İşte sizler böyle üç mes’üliyyetle karşı karşıyasınız. Ve bunun hesabını mezarda ve mezarın ötesinde
mutlaka vereceksiniz. Hem de herkesten önce!..
Esasen, ruhlar âleminde söz verdiniz ve böyle bir hizmet sahasını seçmekle de vermiş olduğunuz o sözü teyit etmiş oldunuz. Artık kaçamak yapamazsınız, Kemalizme boyun eğip hakkı ketmedemezsiniz. "Anayasası Kur’an olmayan bir devlet İslam devleti değildir, put devletidir şirk devletidir. Ve boyle bir devlete benim devletim denemez, böyle bir devlete itaat edilmez; Kanunları şeriat olmayan bir devlet, müslümanlara devletlik yapamaz: Bu düzen mutlaka değişmelidir, yerine İslam düzeni gelmelidir!.." diyeceksiniz. Ve demelisiniz. En azından ev sohbetlerinde demelisiniz. Ve böyle diyenleri desteklemelisiniz ve sevmelisiniz ve onlara dua etmelisiniz!..
Hoca Efendiler!
Başınızdaki Bel’am zihniyetinden korkmıyacaksınız; Allah’tan korkacaksınız! Dünyaya bir geldiniz, bir daha gelmiyeceksiniz. Sizler kadere inanan insanlarsınız; ölümden korkmıyacaksınız. Ölüm korkusunu, makam ye maaş sevgisini içinizden çıkarıp atacaksınız, Allah’tan korkup O’na sığınacaksınız ve Talak Suresinin; "Kim Allah’a sığınır (O’ndan korkar, üzerine düşeni yapar hakkı tebliğ) ederse, (kapıları kapalı yerlerde olsa dahi,) Allah ona bir çıkış yolu yaratır, onu hesaba katılmayan yerden rızıklandırır ve kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona kâfidir..." mealindeki 2-3.;
En’am Suresinin; "İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayan kimseler için mutlak bir emniyet vardır ve hidayeti bulanlar da hunlardır." Mealindeki 82.;
Tevbe Suresinin; "Tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, seyahat edenler, rüku’ edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten menedenler ve Allah’ın hudutlarını (şeriat kanunlarını) koruyanlar (varya, işte bunlar cennet müşterisi olan) müminlerdir. Sen bu müminleri müjdele!" mealindeki 112,
ve Bakara Suresinin; "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti, biz kitapta açıkça belirttikten sonra, ketmedenler (söylemiyenler var ya!) işte onlara hem Allah lanet eder hem de bütün lanet edenler lanet eder. Ancak tevbe edip (durumlarını düzeltenler) ıslah edenler, gerçekleri açık açık anlatanlar müstesna! Onların tevbelerini kabul ederim. Çünkü, ben tevbeleri çok kabul edenim ve çok merhametliyim." mealindeki 159 ve 160. ayet-i celileler, sizin düsturunuz olsun! Her gün bu ayetleri en azından birkaç sefer okuyun ve bunlara göre kendinizi, sonra da mes’uliyetlerini yüklendiğiniz Ümmet-i Muhammed’i ıslahediniz, irşad ediniz, ikaz ediniz. Onlar da bilsinler ki, devleti dinden, dini devletten ayırmak mümkün değildir. Yoksa din devletsiz kalır, devlet de dinsiz olur...
Gayret, cesaret ve tebliğ bizden; hidayet, basiret ve tevfik Cenab-ı Zülcelal’dandır. Bir ayet meali:
"Tevratı indiren biziz. Onda hem bir hidayet vardır hem de bir nur. İslama girmiş (teslim olmuş) peygamberler Yahudilere onunla hükmederlerdi, (Keza); kendilerini tamamen Allaha vermiş olanlarla alimler de onunla hüküm verirlerdi. Çünkü, Allah’ın kitabının korunması onlara verilmişti. Ve hem onlar şahitler olmuşlardı. O halde sizler, insanlardan değil benden korkun ve benim ayetleriıni az paraya satmayın! Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, onlar kâfirlerin ta kendileridir." (Sure 5:44)
Ey Hoca Efendiler!
Şimdi beraberce bu ayeti, her cümlesini değil, bazı cümlelerini gözden geçirelim de bulunduğumuz makam, üzerimize aldığımız görev ve taşıdığımız mes’uliyyetin nezaketini, büyüklüğünü, ve ağırlığını bir daha görmüş olalım, aklımızı başımıza alıp kendimize gelelim:
Bu ayet-i kerime Hakkımızda iki tabir kullanmakta. Bunlardan biri "Müstahfaz", diğeri de "Şahid".
1. Müstahfaz:
Müstahfaz demek, kendisinden hıfz ve himayesi istenen kimse demektir. Yani, ulema Allah’ın kitabının ve onun içindeki ayetlerin ve hükümlerinin muhafız ordularıdır; onları görüp gözetecekler, onların üzerine titreyip, kimsenin el sürmesine, kalem karıştırmasına, dil uzatmasına, yürürlükten kaldırılmasına müsaade etmiyecekler; bu büyük emanetin, düşmanı çok olan bu ilahi emanetin bekçiliğini yapacaklar ve birer muhafız eri olacaklardır. İşte, sizlerin bulunduğu makam, üzerinize almış olduğunuz mes’uliyyet budur. Herşeyden önce bunun idraki içinde olup, Allah’ın kitabının yürürlükten kaldırılmasına, bir harfinin bile değiştirilmesine asla müsaade etmiyeceksiniz. Bağıracaksınız, çağıracaksınız, irşad ve ikaz edeceksiniz, uslanmıyanların, inat ve ısrar edenlerin hakkından gelip kıyameti koparacak, dünyayı başlarına zindan edeceksiniz. Canınız pahasına da olsa, bu cesareti göstereceksiniz. Çünkü, sizler birer askersiniz. İslamın erleri, Kur’an’ın muhafızları, Allah’ın emanetleririnin bekçilerisiniz…
2. Şahid:
Ey Hoca Efendiler! Sizler aynı zamanda birer şahidsiniz; Kur’an hakikatlerinin, İslam şeriatının şahidlerisiniz. Her yerde ve her zaman bu şahidlik görevinizi de yapacaksınız: Biz şahidiz, Allah’ın şahidleriyiz; biliyor ve inanıyoruz ki, Kur’an Allah’ın kelamı ve O’nun beyanıdır. Getirdiği hüküm ve nizamlar, anlattığı ve emrettiği şeriat kanunları hakkın ve hakikatın tâ kendisidir. İnsanoğlunun ruh ve beden yapısına, aile ve cemiyet hayatına, millet ve devletin hak ve görevlerine ve nihayet insanın insanca yaşamasına tıpatıp uyan bir sistemdir, bir nizamdır ve bir düzendir. İnsan yapısı kanunlar ve anayasalar, Allah’ın şaşmaz ilminin ve sonsuz kudretinin yanında cehaletin ve cahiliyyet devrinin anayasası ve kanunları olmaktan öteye geçemez. İnsanlığı haksızlıktan haksızlığa, huzursuzluktan huzursuzluğa sürükleye sürükleye anarşiye götürür, dünya hayatı başına zindan olur, geldiğine bin pişman olur, kendi kuyusunu kendi eliyle kazmış olur... Böyle bir akibete düşmemenin ve şayet düşmüş ise kurtulmanın tek bir çaresi vardır. O da Kur’an’a dönmek, şeriata dönmektir. Kur’an’ın anayasa, şeriatın kanun, devletin İslam devleti olmasıdır.
İşte her yerde ve herkese; polisine ve askerine, savcısına ve hakimine, baştakine ve çobanına bunları tebliğ edip söyliyeceksiniz. Ve şahidliğinizi bu şekilde yapacaksınız ve nihayet elhak bunlar doğrudur; bunların şahidiyiz. Okuduk, inceledik, ilim ve adaletin süzgecinden geçirdik ve bu neticeye vardık, diyeceksiniz ve aynı zamanda kimlerin kabul edip kimlerin kabul etmediğini kimlerin karşı çıkıp kimlerin çıkmadığını tesbit edip Mahşer mahkemesinde şahidlik yapacaksınız.
Kur’an’ın cevabı:
Belki diyeceksiniz ki, hepsi güzel; amenna ve saddakna, biz de biliyoruz amma velakin, şu içimizdeki makam ve maaş sevgisi ile ölüm korkusu olmasa idi!.. İşte bizi derin derin düşündüren budur! Ne yapalım, nasıl edelim, bilemeyiz ki! İki suyun arasında kaldık!.. İşte böyle bir noktada Kur’an yetişiyor ve cevap veriyor:
"İnsanlardan korkmayın, Allah’tan korkun ve Allah’ın ayetlerini sakın dünya malına satmayın ve bilin ki, Allah’ın indirdikleriyle hükmeteyenler kâfirlerin tâ kendileridir."
Aman Ya Rabbi! Bu ne müthiş ikaz?! Ne korkunç manzara?!. Demek oluyor ki, kendi gibi aciz insanlardan korkup da kâinatın sahibi ve yaratıcısı olan, bütün kudret ve kuvveti elinde tutan kahir-i mutlak olan Allah’tan korkulmayacak?! Oyle mi?! Maaş karşılığı Kur’an ve ayetleri satılacak? Öyle mi?! Ve nihayet din dünya ile değiştirilecek de ebedi hayatın yerini üç-beş günlük dünya alacak? Öyle mi?! Küfrün ve kâfirin kanunlanyla hükmedilecek de Kur’an kanunları susturulacak ve dolayısıyla iman varlığı, din binası çatır çatır yıkılacak? Öyle mi?! Tabii öyle! bunda şübhe mi var?!.
Ve netice:
Demek ki, ulemanın içindeki can korkusu ve maaş sevgisi yani, bu iki put ne yapıyor? Onların muhafızlık vazifelerini ihmal etmelerine, şahitlikten vaz geçmelerine sebep oluyor da Kur’an’ın susturulmasına, şeriatın kaldırılıp yerine put kanunlarının, kafir düzenlerinin getirilmesine yol açıyor?.. İşte bu korkunç neticeye hangi hoca efendinin gönlü razı olur?!. Önce yine Maide Sûresinin 48, 49 ve 50. ayet-i kerimelerinin mealini kaydedelim:
"Sana da kendinden önceki kitapları tastik ve onları kollayıp koruyucu olarak bu kitabı hakla indirdik. Onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp, onların heva ve heveslerine uyma! Sizden her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Allah, isteseydi, hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat, size verdiklerinde sizi imtihan etmek istedi. Öyleyse hayır işine koşun! Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, size ayrılığa düştüğünüz şeylerin hakikatından haber verecektir. Aralarında Allah’ın indi-rdikleriyle hükmet, onların heva ve heveslerine uyma ve onların, Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer yüz çevirirlerse, bilki Allah, bazı günahları yüzünden onları felakete uğratmak istiyor. Zaten insanlardan çoğu yoldan çıkmışlardır. Yoksa onlar Cahiliyye hükmünü mü istiyorlar? İyice bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?!" (Sure 5:48-50)
Bu üç ayetin, sadece ulemayı ilgilendiren bazi cümlelerini tahlil ve tefsir edeceğiz: Müheymin olma, heva ve hevese uymayıp Allah’ın indirdikleriyle hükmetme, imtihan sahasında yarış yapma, yüz çevirecekler diye taviz vermeme, fitneye düşmeme, güzeli şeriatın kanunlarıdır; diğerleri ise cahilce verilmiş kararlardır.
Hoca Efendiler! Bu cümleler üzerinde beraberce duralım: şayet hatamız varsa, sizler Allah rızası için bizi ikaz edin!
1- Kollayıcı ve koruyucu mealindeki "Müheymin" kelimesi; Kur’an’ın. iki vasfı: Önceki kitapları tastik etmesi, onları kollayıp koruması. Geçen satırlarda Maide 44’de de gördüğünüz gibi, sizin asıl iki görevinizden biri "Müstahfaz” oluşunuz. Yani, Allah’ın kitabını korumanız ve onu muhafaza edip, bekçiliğini yapmanız. Bu itibarla, şayet siz, Kur’an’a sahip çıkmaz da onunla hükmedilmezse ve bir kenara kaldırılıp nazari itibara alınmazsa, Tevrat ve İncil gibi kitaplar da bundan zarar görecektir. Çünkü, bu kitapların asıllarına uygun bir şekilde kollanması ve korunması Kur’an’a verilmiştir. O halde Kur’an’ın korunması ve kollanması onların da korunması demektir. Mes’uliyyetinizin ağırlığını bu cihetten de düşünün; çok ağır bir vebalin altındasınız.
2- Kimsenin heva ve hevesine hizmet etmiyeceksiniz ve onların hışımlarından korkmıyacaksınız. Kur’an, ne diyorsa, siz de öyle diyeceksiniz, öyle konuşacaksınız ve öyle hükmedeceksiniz.
3- Ve bu, bir imtihandır. Sizler de imtihandasınız. İmtihanın da kazanmanın da ötesinde yarış halinde olup, kazananların ön safında olacaksınız. Çünkü, hesap günü gelecektir. Allah, sizden bunun da hesabını soracaktır. Malları ve canları bahasına da olsa, benim ayetlerimi söyleyenlerin yanında olmadınız da, "Biz de şeriatçiyiz, ama hele zamanı gelmedi; yavaş yavaş, gizli gizli gitmek lazım; tedbirli olmak, kadro yetiştirınek lazım..." diyerek kendilerine kılıf hazırlayanların yanında yer aldınız. Allah, işte bunları haber verecek ve hesabını soracaktır.
4- Yüz çevirirler diye taviz verme yoluna asla gitmiyeceksiniz. Çünkü, taviz verme korkunç bir fitnedir. Bundan son derece sakınacaksınız. Onların (o İslam düşmanlarının, o kemalistlerin ) heva ve heveslerine uymıyacaksınız da Allah’ın emri ne ise, onu tam bir cesaretle söyliyeceksiniz. İndirdiği ve gönderdiği hüküm ne ise onunla hükmedeceksiniz. Ve bileceksiniz ki, bir gün gelecek, Allah onların belasını verecektir.
5- Ortada iki kanun ve iki anayasa vardır. Bunlardan biri Allah’a ait, diğeri de kullara ait. Biri Allah’ın şaşmaz ilmine ve sonsuz kudretine dayanıyor, diğeri de cahilce yapılmış heva ve hevesten ibaret put kannunlarıdır; Kemalist kanunlardır. Biri son derece güzel, diğeri ise çirkin! Uyulmadığı takdirde, birinde ceza, ölümün de ötesinde cehennem azabı, diğerinde ise, olsa olsa, sadece bir ölüm! Var mı bünün ötesi?! Otesi yok! O da zaten kadere bağlı! İşte o kadar!..
Şimdi ikisinden birini tercih: Ya o, ya da o! Üçüncü bir şık yok! Ya Allah’tan yana olacaksınız ya da puttan yana olacaksınız’.. İkan ehli, yani iman ve ilim erbabı, sağduyu sahibi ve akl-i selim ne yapar? Elbette birinciyi tercih eder ve ondan yana olur. İkinciden gelecek bela ve sıkıntıları göze alır ve sabreder. Çünku, Allah, sabredenlerle beraberdir.
Önemine binaen, bu tebliğatı da hocalık makamının mes’uliyyetini yüklenmiş olanlara yapıp, şimdilik bitirmiş olacağız. Ve bu tebliğ, bundan önce hocalara yapılan tebliğlerin bir nevi hulasası olacaktır.
Malum olduğu üzere, Hz. adem’le başlayan tebliğ tarihi, başka ifade ile insanlik tarihi, Adem Aleyhisselam’ın Oğulları Kabil ve Habil zamanında iki kutba ayrılmış ve bu iki kutup zamanımıza kadar gelmiştir. Bundan böyle de kıyamete kadar devam edecektir. Bu iki kutup hak ile batıl kutuplarından ibarettir. Habil kutbunda olanlar, daima hakkı, yani Allah’ı ve O’na kul olmayı temsil etmişler. Kabil kutbunda olanlar ise, batılı, yani tağutu ve Allah düşmanlarını temsil ve müdafaa etmişlerdir. Bir başka ifade ile; Allah davasını savunanlar, hep hakkı tebliğ etmişler, tağutu savunanlar ise, hakkı tebliğ edenlere hep işkence edegelmişlerdir. Sünnetullah bu, İlâhî adet bu!.. Evet; tarih boyunca bu, hep böyle olmuştur. Nerede ve ne zaman bir tebliğ hareketi başlamış ise, karşısına mutlaka bir reaksiyon çıkmıştır, bir işkence hareketi başlamıştır. Şöyle de diyebiliriz: Tebliğişkence atbaşı yürümüştür. Tebliğ varsa, işkence de vardır. İşkence yoksa, tebliğ de yoktur. Bir başka ifade ile; nerede bir İslami aksiyon varsa, orada mutlaka bir reaksiyon vardır. Daha veciz bir ifade ile; "Her Musa’nın bir Firavun’u vardır!" Musalar hakkı tebliğ yoluyla etki yapmak isterlerken, Firavunlar da buna mukabil tepki safında yerlerini alırlar.
Bu izahtan sonra, kendi kendimizi bir muhasebe edelim ve diyelim ki: "Ey Nefis! Sen şu kadar zamandır tebliğ görevini üzerine aldın, üstelik dünya geçimini de buna bağladın, bu görevi yaparken, hiç tebki ile karşılaştın mı? Yani hiç dedi-koduyla maruz kaldın mı, polis tarafından takibata uğradın mı? Hapse atıldın mı? İşkenceye tabi tutuldun mu? Malın, mülkün elinden alındı mı? Makam ve maaşından uzaklaştırıldın mı?.."
Şayet, bunlardan hiçbiriyle karşılaşmadın ise, oturup ağlaman lazım. Neden? Çünkü, vazifeni hakkıyla yapmadın da ondan! Açık açık hakkı tebliğ etmedin de ondan! Gerçekleri cesaretle söylemedin, batılları, tağutları, şeytanın temsilcilerini rahatsız etmedin de ondan! Onlarla uyum sağladın, onlarla uzlaştın, onlara taviz verdin, arzu ettiklerini yerine getirdin de ondan!..
Mesela: Onların; "Din ayrı, devlet ayrı!.." demelerine ses çıkarmadın! "Dinin dünya ile ne ilgisi vardı?!.." dediler. "Hayır!.." demedin şeriatı kaldırıp yerine küfrün ve kafirin kanunlarını getirdiler. "Olmaz ve olamaz!.." demedin; meyhaneler ve kerhaneler açtılar "Olmaz ve olamaz!.." demedin; kadınların ve kızların başlarını açtılar. "Olmaz ve olamaz!.." demedin ve bütün bunlar yapılırken, bir taraftan bunları yapan kemalistlere:"Beyler! Ne yapıyorsunuz, nereye gidiyorsunuz; bu yaptıklarınız haramdır, şirktir ve küfürdür. Millete bunları nasıl reva görürsünüz? Bu millet müslümandır, sizin bu yaptıkla-rınıza seyirci kalamaz, günah olur, onlara hakaret olur..." diyerek onlara karşı olan tebliğ görevini yapmadın; diğer taraftan ise, devleti idare edenlerin yanlış yolda olduklarını, sizi dininizden ve imanınızdan etmek istediklerini, Allah’ı ve peygamberi unutturup, din ve şeriatı kaldırıp, onların yerine Mustafa Kemal’in kanunları ile devleti idare etmek istediklerini ve etmekte okluklarını millete ve millet fertlerine anlatmadınız, bağırıp çağırmadınız, gerekenleri yapmadınız!.. Tabiatiyle onlar da sizi makamınızda tuttular "Aydın Hoca!.." dediler, maaşınızı zaman zaman artırdılar!.. Sen de "Gel keyfim gel!.." dedin! Hem kendini aldattın hem de milleti. Bakalım sonu ne olacak?! İşte geldin, işte gidiyorsun; adım adım mezara yaklaşıyorsun! Dönuşü olmayan bir gidiş! Telafisi olmayan bir hüsran!.. artık ne yapabilirsin?! Maaş gitmiş, makam gitmiş, düzenin adamları gitmiş, sana aydın din adamı diyenler gitmiş!.. Ne hazin bir manzara! Ne korkunç bir akibet!..
O halde Ey Hoca Efendi!
Aklını başına al, haktan yana ol! Tebliğ ve temsilcilik görevini hakkıyla yap! Kimseden korkma! Sahabe gibi ol! En azından Emine Şenlikoğlu kadar ol da İslam’ın cesaretini göster ve nihayet Allah’tan kork!..
Şimdilik bu, sana son tebliğdir. Selam haktan yana olanlara!..
TEBLİĞ VE METOD - CEMALEDDİN BİN REŞİD رحمة الله عليه
Heute | 2671 |
Insgesamt | 4690839 |
Am meisten | 42997 |
Durchschnitt | 1753 |