YÖNETİCİ KADRO

12-09-2017

YÖNETİCİ KADRO

 

 

1. Yönetici kadro demek, gerek merkezde, gerekse taşrada emiri temsil eden ve onun verdiği emir ve tavsiyeleri yerine getiren ve her hususta emire vezir ve yardımcı olan muavinler, beyin kadrosu, kısım (ünite) başkanları, bölge ve mahalli emirler ve cemiyet idarecileridir.

Genel emir de dahil, bütün bunlara "İdare edici kadro" denir ve "Her biriniz çobansınız, her çoban güddüğünden sorulacaktır..." Peygamber hadisinde ifadesini bulan asıl çobanlardır. Yönetici kadro, Peygamber tabiriyle bu çobanlar, baş çoban olan genel emire her hususta yardımcı olacaklardır. Bir kere emir, bunları seçerken, İslamî ölçülere göre hareket edecek, ehliyetlerine inanacak; adama göre iş değil de işe göre adam bulacaktır. Ehliyetli kimse bulamazsa yetiştire-cektir. Her işini bırakıp kabiliyyetli insanları bularak kısa zamanda onları yetiştirecektir. Emir olmak kolay mı?!. Hep hazıra konacak değil ya!.. Eleman yetiştirecektir. İnsanoğlu, hele gençler işlenmemiş madendir; balmumu gibidirler. Her şekli alır, her kalıba dökülebilir. Emir ne yapacak? Bütün işlerini bırakıp, gece gündüz demeden, para pulu düşünmeden yönetici kadroyu mutlaka yetiştirecektir.

Çünkü, başka türlü hizmet yapamaz. Bir insan tek başına ne yapabilir, hangi hizmeti yürütsün?!. O halde Peygamber gibi çalışacak, yılmadan yorulmadan, yardımcılarını yetiştirecek, hem de İslam mektebinde İslam’a göre yetiştirecektir. Öylesine yetiştirecek ki, her biri davaya bağlı, emirine hürmet ve itaatkâr, maiyyet ve tebaasını canından daha fazla seven, hizmeti bir angarya değil de tam bir aşk ve şevk içerisinde seven bir kadro!..

Peki iyi ama! Böyle bir kadro yetiştirmek mümkün müdür? Elbette mümkündür. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi maden var, onu işleye-cek tezgah (İslam), kaynak var (Kur’an), örnek var (Hz. Muhammed ve onun ashabı), yardımcı da var (Mevlây-ı Müteal)! Demek her şey var. Eksik olan nedir? "Besmele çekip” teşebbüse geçmektir. Gayret bizden, tevfik Cenab-ı Hakk’tan!..

Bu söylenenler hayal değil, birer gerçektir. Her birinin İslam’da mes-nedi vardır delili vardır, ayeti ve hadisi vardır. İşte bunlardan birkaçı:

"(Hz. Musa:) Bir de bana ehlimden bir vezir ver kardeşim Harun’u! Onunla arkamı kuvvetlendir. Elçilik işimde onu bana ortak et. Ki seni çok tesbih edelim, seni çok analım. Şüphe yok ki, sen bizi görüp duruyorsun. Allah buyurdu: Dilediğin sana verildi!"

(Sure 20:29-36)

 

"(Hz. İsa da sordu:) Allah yolunda bana yardım edecekler kim-dir? Havariler: "Biziz dediler!.."

(Sure 3:52)

 

2. Davetiye geldi; toplantı yapılacak. Şahsî veya ailevî işler de var! İdareci, daha geniş manada toplantıya çağrılan herkes, ne yapacak? İşte davetiyeyi alan müslüman bir imtihan geçirmektedir. Muvaffak olması, her işini terkedip toplantıya katılmasına bağlıdır. Ancak; çok hayatî bir mazereti varsa, o zaman keyfiyeti toplantı merkezine arzedecektir. Eğer müsaade edilirse febiha, edilmezse yine toplantıya katılacaktır. Çünkü, davete icabet etmek vaciptir. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurur ki:

"Çağrıldığınız zaman çağıranın davetine icabet edin!” (Müslim)

 

Bir müslümanın diğer müslümanlar üzerindeki haklardan biri de düğün davetine veya yemek ziyafetine gitmektir. Davet edilen yerde gayri meşru bir şey yoksa gitmesi vaciptir. Gitmezse günahkâr olur. Tek bir müslümanı ilgilendiren meselelerde davete icabet etmek vacip olursa, ya bütün müslümanları, hatta bütün insanları ve nesilleri ilgi-lendiren hizmetle alakalı toplantılara çağrıldıkları zaman davete icabet etmenin hükmünü artık siz düşünün!.. O halde idareci kardeşlerimiz ne yapacaklar? Toplantıya davet edildikleri zaman mutlaka toplantıya gideceklerdir. Katılmadıkları takdirde günah işlediklerini bileceklerdir!

 

3. Pür dikkat dinlemek:

Toplantıya katılan idareciler, hatta bütün müslümanlar sükûneti temin edecekler, asla konuşmayacaklardır Hutbe dinler gibi konuşulanları cümle cümle dinleyecekler, kimseden "çıt” çıkmayacaktır. Ashab Efendilerimiz, hatta ashabın hanımları Allah’ın Resulü’nü dinlerler-ken, ses çıkarmaları, birbiriyle konuşmaları şöyle dursun, yerlerinden kımıldamaz, başlarını bile hareket ettirmezlerdi. Her birinin başında bir kuş varmış gibi, sessiz ve hareketsiz bir halde Allah Resulü’nü dinlerlerdi. İşte idareci kardeşlerimiz ve bütün dava arkadaşlarımız, İslam namına, dava namına yapılan toplantılarda sahabeyi örnek alacaklar, toplantıda konuşulanları sükûnet içinde ve dikkatle takip edecekler, alakalı bölümleri defterlerine not edeceklerdir.

 

4. Fikirlerini serbestçe beyan etmek:

Akıl akıldan üstündür. Fikirler birbirinden daha isabetli olabilir. Top-lantıda bahsedilen mevzu hakkında dinleyenler olabilir ki, konuşanlar-dan daha iyi, daha isabetli fikirlere sahip olurlar. "Musademe-i efkârdan barika-i hakikatlar doğar" derler. Binaenaleyh dinleyici kardeşlerimiz, hiç çekinmeden söz alır, fikirlerini ileri sürer ve itiraz-larını yaparlar. Bu, onların hakkıdır ve aynı zamanda görevleridir. Ona, onun konuşmasına kimse müdahele edemez ve sözünü kesemez. Konuşma tahdidi yoksa, sonuna kadar konuşacaktır. Konuşurken de herkes dinleyecektir ve dinlemelidir. Esasen toplantı bir istişare, bir müzakere ve bir münazara toplantısıdır. Münazaranın usul ve adabına uyulacaktır! İslam’da münazara vardır, fakat münakaşa ve cedelleşme yoktur, bağırma ve çağırma yoktur. Herkesin fikri sorulacak, fikirler serbestçe beyan edilecektir. Maksat; hakkın tecellisi ve isabetli karar-ların alınmasıdır; illa da şunun veya bunun fikirlerinin serdedilmesi değildir; hakikat ortaya çıksın da, isabetli kararlara varılsın da kimin fikri olursa olsun! Hatta İslam fakih ve nıüctehidleri, belki kendilerine gurur gelir korkusuyla münazara ve mübahaselerde hakkın tecellisinin kendi fikirlerinde değil de karşı tarafın fikirlerinde vuku bulmasını arzu ederlermiş!.. İşte; İslam bu!.. İslam’ın getirdiği münazara sistemi bu, edep ve terbiye sistemi bu!.. Bağırma-çağırma değil, hissî konuş-ma, şahsiyet yapma değil, hakkın zuhuru, isabetli fikirlerin ortaya çıkması ve faydalı kararların alınmasıdır. Kim olursa olsun; bütün dava kardeşlerimiz bu münazara usul ve kaidelerini bilecek ve bu kaidelere harfiyyen riayet edeceklerdir. İşte o zaman Allah’ın yardımı, rahmet ve bereketi üzerlerine olacaktır.

 

5. İzinsiz kimse toplantıdan ayrılmayacaktır:

Toplantılara katılmak İslam’ın bir emri olduğu gibi, toplantıyı sonuna kadar takip etmek de yine İslam’ in bir emridir. Binaenaleyh, kardeş-lerimiz izin almadan toplantıdan ayrılamazlar; günah olur, haram olur. Hatta, günah ve haram olmanın ötesinde bu, bir iman meselesidir. İslam bunu imana bağlıyor; Allah ve Resulü’ne imandan sonra, izin almadan gitmemek geliyor. Yani mü’min olmanın, imanlı olmanın sanki üç şartı varmış: Birincisi Allah’a iman, ikincisi Peygarnber’e iman, üçüncüsü de izin almadan toplantıdan ayrılmamaktır. İşte ayet-i kerime:

"Mü’minler ancak onlardır ki, Allah’a ve O’nun Resulü’ne haki-kat iman etmişlerdir ve onun (Peygamber’in) maiyyetinde cemiyetli bir emir (bir mevzu) üzerinde bulundukları vakit (Cuma, bayram, müşavere, müzakere, muharebe gibi toplanmayı gerekt-iren bir iş üzerinde bulundukları zaman) izin almadıkça gitmezler (münafıklar gibi savaşmazlar). Fakat senden izin isteyenler yok mu, işte onlar Allah ve Resulü’ne iman eden kimselerdir. Binaenaleyh, bazı işleri için senden izin istediklerinde sen de on-lardan dilediğin kimseye izin ver ve onlar için Allah’dan mağfiret dile! Şüphe yok ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir."

(Sure 24:62)

 

Ayet-i kerime’de görüldüğü üzere; İslam Dini toplantıdan izinsiz ayrılmamaya o kadar önem veriyor ki;

 

1- Toplantıdan izinsiz ayrılmamayı bir iman meselesi yapıyor; Allah’a ve O’nun Resulü’ne imandan sonra bir de toplantının önemine iman edecek ve izin almadan o toplantıdan kalkıp gitmeyecektir.

 

2- Ayrıca cümlenin başında "Ancak” manasına gelen bir "İnnema” kelimesi yer almaktadır; Yani ancak mü’minler işte böyle olan kimse-lerdir; böyle olmayanlar, izin almadan gidenler mü’min değillerdir, demektir. Arkasından:

 

3- "İzin isteyenler ancak mü’min olanlardır!" ifadesi de yer alıyor ki mefhum-i muhalefet kaidesine göre, izin almadan çekip gidenler mü’min ve müslüman değildir, manası çıkmaktadır.

 

4- Ayette "Bazı işleri için izin isterlerse" tabiri vardır. Bu da mühim: Yani sıradan herhangi bir işleri için değil; çok mühim işleri için izin isterlerse, demektir.

 

5- Ayette "muazeret gösterenlerin hepsine izin ver” denmiyor; toplantıyı idare eden zatın istediğine bırakılıyor ve "onlardan istediğin kimselere izin ver” deniyor.

 

6- "İzin verdiğin takdirde de izin alıp gidenlerin arkasından kend-ileri için Allah’dan mağfıret iste, af dile!" cümlesi de yer almaktadır ki, onlar, her ne kadar mühim bir mazeretleri için izin alıp gitti iseler de dünya işlerini, kendi işlerini o toplantıdaki amme işlerine tercih ettiklerinden günah işlemişlerdir.

 

İşte İslam bu! İslam’ın cemiyet ve cemaat halinde çalışmaya, toplantı-lara gelmeye, izin almadan gitmemeye verdiği önem bu! Cemiyet ahlakı bu, seviyye bu!.. Bizler ise, hele bu seviyyenin çok çok aşağılarında ve çok çok gerilerindeyiz.

Bizler, eğer bir şey yapmak istiyorsak, Kur’an’ın bizden istediği bu seviyyeye mutlaka gelmeye mecburuz. Yoksa Allah bize kolay kolay yardım etmez!..

 

6. Önce kendilerinde tatbik:

İdareci kardeşlerimiz, aldıkları emir ve talimatları önce kendilerinde tatbik edeceklerdir, icabı ne ise onu yerine getireceklerdir. O zaman hizmetlerin ifası kolaylaşır, meseleyi rahat rahat anlatır, kendilerini de örnek gösterirler. Mesela; idareci kardeşlerimiz Ümmet-i Muhammed Gazetesi’ ne abone olmuş olacaklar, aylık kazançlarının en azından onda birini aidat olarak verecekler, diğer hizmetleri gününde ve saatı-nda ifa edecekler, ahlakî meziyyetlere sahip olup Allah’ın Resulü’nü kendilerine örnek alacaklar, ağırbaşlı, olgun, oturmasını kalkmasını bilir, istişareyi gerektiren yerlerde istişaresiz karar vermeyecekler ve emire karşı hürmet ve itaatta kusur etmeyeceklerdir!

 

Elhasıl: İdareci kardeşlerimiz çevreye ve cemaata götürecekleri tali-mat ve görevleri önce kendilerinde uygulamış, "Önce kendine, sonra başkasına" şeklindeki İslam’ın prensibine uymuş olacaklar, ondan sonra çevreye ve cemaatlara götüreceklerdir. Ve işte o zaman:

"Bakınız! Biz üzerimize düşeni yapıyoruz, kendimize düşenden başkasını sizlere yapın demiyoruz ve sizlerden talep etmiyoruz. Bize inanın; doğru söylüyoruz, hizmet için geliyoruz. Sizden bir ücret de istemiyoruz. Sorun, araştırın! Hakikatı göreceksiniz. Ne yapalım hizmet bizlere düştü; emanet bizlerdedir, mesuliyet hepi-mizin omuzundadır. Beraberce hizmeti yürütecek, emaneti, koru-yacağız. Tevfik Cenab-ı Hakk’tandır!.." diyeceklerdir. Bütün peygamberler böyle yapmışlardır, böyle söylemişlerdir ve hikmet de bundan başkasında değildir, başarının sırı da böyle olmaktadır.

 

Kur’an bize haber veriyor, peygamberlerin bu husustaki sözlerini:

"Hiç şüphesiz ki, ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim (bana inanın!); bir ücret de istemem. Benim ücretim alemlerin Rabb’i olan Allah’a aittir."

(Sure 26:107-110)

 

 

İMKANLAR VE HAMLELER - CEMALEDDİN BİN REŞİD  رحمة الله عليه


RISALE

ZÄHLER

Heute 447
Insgesamt 4845303
Am meisten 42997
Durchschnitt 1790